Vaktiyle
futbolu sahada izlemekten fena halde hoşlanan birisiydim sevgili okur. Lakin
takımdan ziyade
futbolcu takip etmek gibi garip bir huyum vardı. Misal Sergen Yalçın'ı izlemeyi severdim. İstanbul
spor maçlarını bu nedenle takip ederdim.
G.Saray'ın
UEFA kupasını almış kadrosunda bu sayı epey fazla olduğu için 4 yıl boyunca deplasmanlar da dâhil hiçbir maçını kaçırmadım sanırım. Sağ olsun spor servisindeki arkadaşlar, benim gibi 'dış kapının mandalı' kontenjanından birini reddetmeyip, basın tribününde bana da yer açmışlardı o dönem. 4 yıla yakın bir zaman Ali
Sami Yen Stadı basın tribününde izledim G.Saray maçlarını. Eski okuyucularımız hatırlayacaktır, ara sıra maç yazısı filan da
kaleme alırdım halime bakmadan.
Ali Sami Yen'de maçları izlediğim koltuğun hemen arkasında bir futbol duayeni, büyük bir futbol adamı otururdu:
Coşkun Özarı. Neresinden bakarsanız bakın, orijinal bir isim, renkli bir kişilik ve deneyimli bir futbol adamıydı rahmetli. O dönemlerde aynı ortamda bulunanlar hemen hatırlayacaklardır,
merhum Özarı maçı başkaları gibi tek kişilik izlemezdi. Neredeyse tüm tribün ile paylaşırdı izlerkenki yorumlarını.
Mesela bir gün daha maç başlamadan sahaya baktı ve şöyle dedi: "Bu 7 numara kim?" (Sanırım 7 numaraydı, emin değilim) Etrafındakiler "
Okan!" diye
cevap verince, "Bu çocuğun forması dizlerine iniyor, etek gibi..." deyiverdi.
Millet kahkahalarla yerlere yatardı.
Yine önemli bir maç ve büyük usta
Hagi topu almış orta sahadan
rakip kaleye doğru çalım ata ata ilerliyor. Özarı bağırıyor; "Hagi pas at!" Hagi'nin onu duyacağı yok elbette, devam ediyor topla ilerlemeye, bu kez biraz sinirle yerinden kalkıp bağırıyor rahmetli: "Hagi pas atsana!" Devam ediyor Karpatlar'ın Maradona'sı... Özarı, sonunda patlıyor: "Ulan babanın topu mu atsana pası!"
Hemen anlaşılacağı üzere, bireysel futbola çok sıcak bakmazdı
Coşkun Özarı. Takım oyununa vurgu yapardı yazılarında da. Bir gün elinde
telefon maç yazısı yazdırıyor, bir yandan da devam eden maçı izliyor. Emre henüz çok
genç, ancak Hagi, Tugay gibi ağabeylerinin yanında öncelikli meslek olarak cambazlığa hevesli tabii. Topu aldı ve ceza alanına daldı. Özarı, kulağında telefon dikkat kesildi. Emre bastı çalımı çizgiye doğru. Özarı: "Ver topu Emre." Genç
oyuncu, çizgide muhteşem bir hareketle rakibi geçtikten sonra neredeyse kaleye sıfır açıyla yaklaştı, topu sağa çekip kaleye vurmaya niyetli. Özarı, atağın hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını hissetmiş gibi önce lafı koydu: "At, at, kale direğine de çalım at serseri!" ve hiçbir şey olmamış gibi telefondaki yazısına devam etti.
Yine başka bir maç. Bu seferki
kurban Küçük Hakan. En hızlı dönemi. Soldan bindirmeler inanılmaz. Yine aldı topu ve daldı korner direğine doğru, tabii Coşkun Hoca'dan ikazlar eşliğinde, "Çok gitme kes, bitiyor, çok gitme kes." Hakan almış hızını durur mu? Tam o esnada topu ayağından açıyor ve yetişemiyor: Aut... Özarı başını sallıyor: "Evladım sahanın bittiğini illa biri mi söylesin sana?"
Tugay Kerimoğlu'nu ayrı bir severdi rahmetli Coşkun Özarı. Onun topa hâkimiyetini ve çalışkanlığını hep methederdi. Hangi maçı hatırlamıyorum, Tugay orta sahadan aldı topu ve kamikaze gibi daldı rakip defansın ortasına. Bir, iki, üç derken ceza alanı yayının üzerinde bomboş ve rakip kaleyi direkt gören bir noktada kalıverdi. Coşkun Hoca yerinden fırladı: "Vur, kaleye vur!" Tugay sanki bunu duşmuşçasına var gücüyle abandı topa. Top büyük farkla tribünlere gitti. Özarı, yerine otururken söyleniyor: "Bu çocuğa hep 'iyi vurur' diyoruz da, daha bir gün kaleyi tutturduğunu görmedik!"
Renkli bir kişilikti rahmetli Coşkun Özarı. Nur içinde yatsın.