'
Stockholm sendromu'nun tam Türkçesi bu: Kasabın kanlı bıçağını yalayan
koyun gibi davranmak. Canını alacak olana sadakatle bağlanmak.
Gönüllü bir köleliğe
boyun eğerek yaşamak. Tıpkı bir koyun gibi.
Peki kimdi bu koyunlar? Sorunun somut cevabı sona erdirmeye çalıştığımız yakın tarihimizde duruyor. Bu cevabı tane tane tekrarlayalım.
Devletin derinlerinde bir çete vardı. Bu çete,
iktidar oyununda kullanmak için sık sık kan döküyor, adam öldürüyordu. Öldürdükleri kimdi? Öldüreceklerini, laikliğin
tehlike altında olduğunu yokluklarıyla kanıtlayacak olanlar arasından seçiyordu. Nedense bunlar gönlünde
CHP'den başka partiye yer olmayanlar değil miydi? Ka'len ve kalemen CHP'yi müdafaa edenler. CHP ile aynı dünyayı paylaşanlar. Şayet varsa, CHP'lilere özgü hayat biçimini benimseyenler. Faili meçhul
cinayetlere
kurban giden rical arasında CHP'ye uzak tek bir kişi bile var mı? Çetin Emeç'i, Uğur Mumcu'yu,
Danıştay suikastını ve onca benzer cinayeti unutmak mümkün mü?
Bu cinayetlerin laikliğin tehlikede olduğunu ispatlamak ve siyasete müdahale etmek için planlandığı ve işlendiği iddiasıyla süren bir
Ergenekon davası var. İddialar ciddi. Cinayet, hatta
katliam planları mahkemede sorgulanıyor. Cinayet işleme imkânına, araçlarına ve gücüne sahip kişiler bunlar. Peki bu davada yargılanan sanıkların avukatlığını kim üstlendi? Bu davayı sulandırmak ve baltalamak için kim elinden gelen gayreti sonuna kadar gösterdi? Bu davanın sanıklarını hapishaneden çıkarmak için hangi parti milletvekili seçtirdi? Laik hayat biçimini benimsemiş insanların hayatlarına kastetme iddiası ile yargılanan bu sanıklara kimler oy verdi? Sahi gerçekten kimler oy verdi?
Bu durumda CHP'ye oy verenler, Stockholm sendromu ile mâlûl olmuyor mu?
Kılıçdaroğlu'nun 'şecaat arz ederken' açtığı bu kapıdan girip, CHP'ye oy verenlerin psikolojisine eğilmemiz lâzım.
CHP'ye oy verenleri koyun sürüsüne benzetmek aklımdan bile geçmez. İnsanların siyasî
tercihleri böyle benzetmelerle aşağılanmamalı. Demokrasilerde her siyasî tercih, o tercihte bulunanın insan olması hasebiyle saygıdeğerdir. Demokrasiler de bu saygı üzerinde işler.
Sadece Stockholm sendromunun Türk versiyonu olan 'kasabın bıçağını yalayan koyunlar' benzetmesi üzerinden gidiyoruz. Bunun için bir koyunun gözlerinden dünyaya bakmayı denemek, işe yarar mı? Koyunluk bir tutam otun peşinden kasabı takip etmekten ibaret değil. Her koyunun genlerine işlemiş bir kurt-çakal korkusu var. Ölümden bile beter bir korku. İçine işlemiş. Her gün kurt masalları ile avutuluyor. Nereden, nasıl geleceklerini bilmiyorsunuz? Çobanınıza, kasabınıza ve Kangallardan başkasına güvenemiyorsunuz. Rahat ve güvenli bir hayata, sonra kasabın keyfince bir
ölüme razı olmak daha külfetsiz.
İbnü'l-Esir, 13. asırda Moğol istilasından sahneler anlatır. Moğol istilası yol açtığı dehşet ve korkuyla bilinir. Bir gün köyün birine bir Moğol askeri gelir. Birini yere yüzüstü yatırır, kımıldamadan beklemesini söyler. Gider bir
bıçak bulur gelir ve yerde bekleyeni öldürür. Bir başka gün köyün erkeklerini sıraya dizip
teker teker öldürmeye koyulur. Kimsenin aklına karşı koymak gelmez. Ölüm korkusunun, ölümün kendisinden daha beter olduğunu, insanların
akıl ve mantıklarını iptal ettiğini anlarız.
Bir hayalden, bir zandan, bir senaryodan bahsetmiyoruz. 2007'nin
Nisan ayında ilk Ergenekon tutuklaması yapıldı. Ve o günden bugüne bir tek
faili meçhul cinayet işlenmedi. Kim bilir kaç laik-cumhuriyetçi CHP'linin hayatı kurtuldu. Ve hayatı kurtulanlardan kim bilir kaçı götürdü CHP'ye oy verdi?
Stockholm sendromuna gerçekten eğilmemiz lâzım. Bu psikolojiye eğilmek ve anlamaya çalışmak siyasete aklı ve sağduyuyu
egemen kılmak için gerçekten zarurî.