Dün bütün gün, bir gözüm
siyasette, diğer gözüm ise ekonomideydi…
İkisinin de ateşi yükseldikçe yükseldi…
* * *
Güneydoğu’nun bağımsız milletvekilleri, Hatip
Dicle ve milletvekili seçilen diğer
KCK Davası sanıklarıyla ilgili yeni ve olumlu bir gelişmeye kadar meclisi boykot etme kararı aldılar.
Bu siyasal ihtar, bölgenin
Ankara ile ilişkisini kesme ihtimalini de barındırmakta…
Hatip Dicle konusu toplumsal barışı dinamitlerken, bu sefer de ilgili
mahkemenin oy çokluğuyla Mehmet
Haberal ve Mustafa Balbay’ın
tahliye talebini reddettiği haberi geldi.
MHP’den seçilen
Engin Alan ile
mahkeme kararı bugüne kalırken,
Yüksek Seçim Kurulu da Dicle ile ilgili ‘yeniden gözden geçirme’ talebini henüz sonuca bağlamamıştı.
AK Parti ise siyasal sistemi demokratikleştirmek ve sistemin sorunlarını gidermek yerine, mevcut yapıyı sahiplenen bir ağızla
rakip parti muhabbeti yapmaktaydı.
* * *
Başı sonunu tutmayan hukuk sistematiğinin ve siyasal partilerin otuz yılı aşkın bir süredir ballı börekli bir arada yaşadığı 12
Eylül’ün siyasal sisteminin nasıl iflas ettiğini somut gelişmeler üzerinden izlerken;
faiz ve dolar yukarı doğru ciddi bir hamle ediyor, borsa ve euro/dolar paritesi de tepetaklak gitme arzusunda görünüyordu…
Alınan tedbirlerin ekonomideki ısınmayı önlemeye yetmeyeceğini düşünen
yabancı yatırımcılar, başta
Yunanistan olmak üzere Avrupa’daki borç sorununun da etkisiyle son 15 günde borsa ve
bono piyasasından üç milyar doları dışarı çıkardılar.
Yabancıların borsadan çıkışında özellikle cari açığa karşı alınan önlemlerin
banka kârlarını etkileyecek olmasının etkisi büyüktü.
Geçtiğimiz yıllarda
finans sektörü desteğiyle büyüyen
Türkiye ekonomisi, yabancıları banka hissesi alımlarına itmişti. Ancak yabancılar piyasadan çekilince, İMKB’de yabancı payı son altı yılın en düşük seviyesine geriledi.
Euro, TL karşısında 27 ayın en yükseği olan 2.32 seviyesini aştı, faizler son bir yılın zirvesine tırmandı.
* * *
Bu gelişmelerin pusulalarından biri, JP Morgan’ın artan cari açık ve enflasyonu neden göstererek Türkiye için ‘nötr’ olan tavsiyesini ‘ağırlığı azalt’ olarak revize etmesi oldu.
Mart ayında yüzde 4’ün altında olan enflasyonun Mayıs’ta yüzde 7’yi aştığını, cari açığın da Nisan’da 12 aylık bazda milli gelirin yüzde 8’ini aşarak ‘tehlikeli düzeye’ geldiğini belirten kuruluş, açığın şimdilik kolay finanse edildiğini fakat
sermaye akışı değişimlerinde meydana gelebilecek potansiyel sorunların büyüdüğünü belirtti.
Hem
Merkez Bankası’nın, hem de hükümetin
politika sıkılaştırması gerektiğini belirten JP Morgan’ın merakını
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu dolaylı olarak giderdi ve borçlanma faiz oranlarını yüzde 1.50, borç verme faiz oranını yüzde 9, politika faiz oranını da yüzde 6.25’te sabit tuttu, değişiklik yapmadı.
* * *
Faiz, paranın fiyatıdır…
Cari açık ve enflasyon korkusu, anlaşılan parasını Türkiye’ye kiralayanları endişelendiriyor, riskin arttığını düşünüyorlar…
Bir de
ekonomik tabloya dünkü siyasi tabloyu ekleyin…
* * *
Türkiye, çok olumlu gelişmelere, yenileşmeye ve dönüşüme rağmen hala çok kırılgan…
Çünkü köhnemiş sistemi yeniden inşa etmek yerine bundan çıkar sağlayan, ‘dönüştürmeyi değil ele geçirmeyi, biri
mağdur olurken diğerinin bundan yararlanmasını’ yeğleyen bir siyaset anlayışı var… İttihat ve Terakki de böyle yapardı ama sonunda imparatorluk çöktü.
Türkiye henüz ekonomi ve siyasetteki yapısal dönüşümü kurumsallaştıran nihai adımı bir türlü atamıyor… Yaptığı olumlu ataklarla sınırlarına geldiği mevcut yapının çeperlerini yıkıp, genişletemiyor…
Ama umutsuz olmaya gerek yok çünkü hayat bunun mecburi olduğunu her gün biraz daha artan bir tonla ihtar ediyor…
* * *
Siyasi bir soru: Faizler neden yükseliyor?
Çünkü Türkiye sosyo-ekonomik olarak eprimiş sistemini bir bütün olarak dönüştürmüyor, dönüştüremiyor…
Cari açık veren
üretim yetersizliği ile
12 Eylül rejiminin siyaset kurumu arasında özdeşlik var, topluca berhava edip yerine çağı ikame etmedikçe, Türkiye’de her an her şey olabilir…