Kılıçdaroğlu'nun dili, Baykalcıların geleceği


Baykalcı statüko, büyük ihtimalle CHP'yi ele geçiremeyecek. Ama, çözüme yönelik eğilimleri ürkütebilir, onları sıkıştırıp sert bir dile zorlayabilir. Baykalcılar, Kılıçdaroğlu’nu devirme çabalarını sürdürüyorlar. Varabilecekleri bir yer olmadığı yönündeki düşüncemi en başından beri dile getiriyorum. Onlar, yitip giden bir tarihin içinde sıkışıp kaldılar. “Baykalcı statüko”nun partiyi yeniden kazanma ihtimali çok düşük. Kazara yönetimi ele geçirseler bile bir gelecekleri olamaz. Bir geleceklerinin olmaması, bir geleceği olanlara zarar vermelerine engel değil. Partiye verebilecekleri zararlardan çok daha tehlikeli olansa, ülkedeki yeni çözüm iklimini zehirleme ihtimalleri. Seçmenin çok daha geniş oranda temsil edildiği bu Mecliste sorunların çözümü amacıyla daha etkin bir diyalog mümkün. Yüzde 50’lik bir desteği arkasına alarak hareket yeteneğini arttırmış olan Tayyip Erdoğan bir “çözüm aktörü”ne dönüşebilir. CHP yönetimi de, ne olursa olsun eskiye oranla diyaloğa daha yatkın bir çizgi izleme çabasında. Meclis’teki bir “diyalog aktörü” de Kürt hareketi. Kürt kamuoyundan daha genel bir destek sağlamış ve geçmişe göre daha zengin renkleri içinde barındıran bir Kürt siyasi hareketiyle yüz yüzeyiz. Bu olumlu bileşenler yerli yerine oturtulabilir, siyaset aktörleri, çatışmayı değil çözümü tercih ederlerse, yeni dönüşüm ufuklarına doğru yol alınabilir. Şehir suyuna zehir atmak Çok olumlu ve ilginç renkler içeren bu tablo, aynı zamanda çok kırılgan. Siyasetin aktörleri, seçim meydanlarındaki gerginliklerini henüz atabilmiş değiller. Toplumun kavganın değil çözümün öne çıkmasından yana olduğunu yüzeysel bir gözlemle bile fark etmek mümkün. Siyasetçiler de bu durumun az çok farkında olsa gerek... Ama diyalog ve müzakere ile çatışma arasındaki ince çizgide oynamayı tercih ediyorlar. Kavga etmek için bin dereden su getirmeye gerek yok, malzeme bol. Uzlaşmacı bir dil tutturmak ise doğal olarak daha çok emek gerektiriyor. Ayrıca, her siyasetçi kendi partisi ve taraftarları arasındaki kavgacılardan çekiniyor. “Azgın azınlık” diyebileceğimiz bu kesimler, siyasetçileri psikolojik baskı altına alıyorlar. Kılıçdaroğlu ile bir söyleşimiz sırasında, kullandığı dili eleştirdiğimiz zaman, “çevrem bunu istiyor” şeklinde yorumlanabilecek bir ifade kullanmıştı. Aynı baskının Kürt siyasi hareketi içinde de oluştuğunu görmek mümkün. “Şiddet dili”nin bu kadar “normalleşmiş” olduğu bir ülkede, her siyasi hareketin kavgacılarının barışın ve çözümün dilini susturan bir ataklığı gösterebiliyor olmaları şaşırtıcı değil. Çözümsüzlük ağırlığı Baykalcı statüko, büyük ihtimalle CHP yönetimini ele geçiremeyecek. Ama, parti içindeki çözüme yönelik eğilimleri ürkütebilir, onları köşeye sıkıştırıp sert bir dile zorlayabilir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “kapılarını çalarım” çağrısına başlangıçta daha ılımlı bir tepki veren Kılıçdaroğlu’nun dili son günlerde yeniden sertleşiyor. Son olarak “Stockholm Sendromu” çıkışıyla sınırlar gerçekten aşıldı. Bu sertleşmeye de bakarak, “Baykalcı statüko”nun görünenden de daha büyük bir “yıkım gücü”ne sahip olduğu sonucuna varabiliriz. Geçmişte her çözüm çabasının karşısında Baykal’ın “sakın ha!” diye sallanan “otomatik parmak”ını görürdük. Şimdi kendisi bu “sakın ha!” korkutmalarını Kılıçdaroğlu ekibine yöneltti. Çözümsüzlük ağırlığını iktidara değil, parti içi yönetime karşı kullanmayı deniyor. CHP’nin içindeki mücadelelerin çeşitli olumsuz sonuçlarını önümüzdeki günlerde izleyebiliriz. Aslında Kürt siyasi hareketi açısından da benzer sorunlar çıkabilir. Tabii, cezaevindeki milletvekillerinin henüz tam bir netlik kazanmamış olan durumları da “denklem”i etkileyebilir ve oradan da “dönüşüm süreci”ni zorlaştıracak sonuçlar doğabilir.(“Yargı refleksi”nin nelere kadir olduğunu geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz.) Kırılgan siyaset tablosu, çözüm de üretebilir, çözümsüzlük de. Siyaset aktörlerinin performanslarının öneminin arttığı bir süreçteyiz.
<< Önceki Haber Kılıçdaroğlu'nun dili, Baykalcıların geleceği Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER