CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu'nun başı yine dertte. Partisinin
Merkez Yönetim Kurulu toplantısında yaptığı
seçim değerlendirmesinde,
AK Parti'nin başarısını gölgelemek için
uçuk bir örnek vermiş.
Akşam
gazetesinin haberine göre Kılıçdaroğlu, AK Parti'nin aldığı yüzde 50'lik oyu, 38 yıl önce
Stockholm'de yaşanan tuhaf
banka soygunu olayıyla açıklamış. Söz konusu olayda, rehineler, soyguncuların tarafına geçmiş ve "bizi kurtarmayın" diyerek, polise direnmişlerdi.
Yargılama safhasında da aralarında para toplayıp soygunculara
destek vermişlerdi. Sayın Kılıçdaroğlu, AK Parti'ye oy verenleri, "mağdurun, kendisine zulmedene hayranlık duyması" anlamına gelen ve "Stockholm sendromu" olarak adlandırılan
psikolojik rahatsızlık içinde olmakla itham ediyor. Yani AK Parti
halkı eziyor,
ülkeyi kötü yönetiyor ama halk gidip yine ona oy veriyor. Bir nevi hastalık hali... Tepki görünce Sayın Kılıçdaroğlu, ifadelerine açıklık getirdi ve "AK Parti'ye oy veren bütün
seçmeni değil, bir kısım seçmeni kastettiğini" belirtti.
Lafı uzatmadan hemen diyeyim. Bu ülkede Stockholm sendromu falan değil, aslında CHP sendromu, daha yaygın olarak da
vesayet sendromu var. Bu ülkede bir kesim, yüz yıldan beri, kendilerini desteklemeyen büyük halk kitlesine; 'sağlıksız', 'aklından zoru olanlar', 'cahil-cühela takımı', 'göbeğini kaşıyanlar', 'bidon kafalılar' muamelesi yapıyor. Son seçimden önce de aynı
hakaretler, küçümsemeler, aşağılamalar, horlamalar yapıldı. Bence asıl sendrom, asıl hastalık, bunlarınki olmalı. Çünkü halkın yarısının tercihini yanlış görmek, kendisine dönüp, 'acaba bizim bir hatamız olabilir mi?' diye düşünmemek, sağlıklı bir yaklaşım değil. Sizin gibi düşünmeyenleri, sizin oy verdiğiniz partiye oy vermeyenleri eleştirebilirsiniz. Ama kendini akıllı zannedenler, AK Partili seçmen için, 'kömüre, bulgura oy verdiler, tabii hastanelerde artık sosyal güvenlik kapsamında olanlardan para alınmıyor' derse, birileri de onların aklına şaşar kalır...
Türkiye değişti, şehirler değişti. Sanayicileri, büyük işadamları, medyası, üniversiteleri,
sivil toplumu, siyasetteki temsilcileri değişti. En önemlisi, devam eden
Ergenekon ve
Balyoz davaları ile vesayet-
demokrasi kavşağında asırlık ezberler bozuluyor. Geçmişin
darbecileri hesaba çağrılıyor, darbe teşebbüsü iddiasıyla
emekli ve
muvazzaf generaller, amiraller tutuklanıyor. Yüz yıldır olmayanlar oluyor. Yüzde 50'yi, sendromla izah etmeye kalkmak, kafayı kumdan çıkarmamakta direnmektir, o kadar...
Vesayetçilere söylüyorum. AK Parti gerçeği, geçici değil. Bu yüzde 50, yüzergezer oylar değil. İnsanlar istikrara, hizmete, gönlüne girenlere oy veriyorlar. Yüz sene önceki, elli sene önceki, hatta on sene önceki Türkiye yok. Değişen, gelişen, halkı demokraside şuurlanan yeni bir Türkiye var. Kabullenmemekte direniyorsunuz ama Türkiye'nin, geldiği noktadan geriye dönüşü söz konusu değil.
Demokratikleşme, kazandığı hiçbir mevzii geri vermeyecek.
Üniversiteler, artık vesayetin hınk deyicisi olmayacak.
Medya, bugün geldiği noktadan geri gitmeyecek. Gazete patronları, ülke
yönetimine ortak olmaya kalkmayacak. Kimse genel yayın yönetmenlerini, baş
bakan, bakan
tayin eden güç odaklarına dönüştüremeyecek. Yarı resmi sivil toplum kuruluşları, mahşerin atlıları gibi ortaya çıkamayacak. Yüksek yargı, vesayetin
emniyet supapları işlevini göremeyecek. Herkes haddini bilecek. Generaller, gazetelere, telefonla aynı manşetleri attıramayacak. Böyle şeyler, bir daha asla olmayacak, olamayacak. Genelkurmay'ın internet sitelerine artık
elektronik muhtıralar konamayacak.
Türkiye Cumhuriyeti başbakanlarına söven, onlara ayağa kalkmayan gururlu generallere rastlanmayacak...
Seçim kaybettikçe, halkı aşağılama hastalığından artık vazgeçilmeli. Halka hakaret edenler değil, onu anlamaya çalışanlar, onunla sandıktan sandığa "oydaş" olmak yerine, gönüldaş olanlar kazanacak...