Reuters Ajansı'ndan dünyaya yayılan bir dizi fotoğraf,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Çalışma Odası'nı kamuoyunun gözleri önüne sermiş oldu. Sadelik hakimdi odaya.
Besbelli itinayla döşenmişti. Padişah fermanlarından
Selçuklu geometrisine geleneksel unsurlar
ihmal edilmemişti. Bu arada Başbakan'ın arkasında asılı kalpaklı
Gazi Mustafa Kemal portresi nazar-ı dikkatimi çekti: Başbakan neden Cumhurbaşkanı "
Atatürk"ün değil de, "Gazi Mustafa Kemal"in bir fotoğrafını
tercih etmişti?
1922-23 yıllarına ait Mustafa Kemal Paşa resimleri, sadece kurulacak olan
Türkiye Cumhuriyeti'nin değil, aynı zamanda işgal altındaki
İslam dünyasının ve mazlum milletlerin de ortak kahramanını temsil eder. Bu bakımdan kalpaklı Mustafa Kemal fotoğrafı, yolların henüz ayrışmadığı bir dönemin sembolüdür ve Başbakan'ın
12 Haziran 2011 tarihli "
balkon konuşması"ndaki tavrıyla da
örtüşmektedir. Zira Erdoğan Türkiye'deki
seçim zaferinin sadece Türkiye'nin değil, dünyada yaşayan Müslümanların da başarısı olduğunu ilan etmişti: "Bugün
İstanbul kadar
Saraybosna kazanmıştır,
İzmir kadar
Beyrut kazanmıştır,
Ankara kadar Şam kazanmıştır,
Diyarbakır kadar
Ramallah,
Kudüs,
Gazze kazanmıştır..."
Bu fotoğraf ve balkon konuşmasını yan yana koyduğunuzda Erdoğan'ın ayağını, 1922'nin Gazi'siyle aynı zemine bastığı sonucunu çıkartmakta zorlanmıyoruz.
Bu konuyu ileriye bırakarak Başbakan'ın odasını gösteren fotoğrafa geri dönmek ve onu tarihimizdeki bir başka yöneticinin odasında yapılmış bir resimle karşılaştırmak istiyorum.
Bir odanın şifreleri
Sultan 3. Selim
Osmanlı devlet geleneğinde pek çok ilke
imza atmış bir
padişahtır. Hepsini başarıya ulaştıramasa da, askeriyeden
teknik okullara, denizcilikten
yönetim, ekonomi ve sosyal konulara kadar giriştiği yeniliklerin etki ve sonuçlarının günümüze kadar sürdüğünü söyleyebiliriz. 200 küsur yıl sonra dahi 3. Selim'in vaktiyle attığı cesur adımların izinde yürüyoruz.
1789-1807 yıllarında hüküm süren 3. Selim, Stanford Shaw'un isabetli deyişiyle, "eski ile yeni arasında" gidip geliyordu. Gelenekte bir kırılma ama aynı zamanda gelenekten güçlü bir beslenme paralel bir şekilde yürüyordu onda. İşte ünlü resminde bu iki dünya arasında duran padişahın mahrem dünyasını tanımış oluyoruz.
Gerçi o tarihte Reuters Ajansı henüz yoktu ama Padişahın Has Odası'nı açtığı bir "fotoğrafçı" vardı: Ressam Konstantin Kapıdağlı. Harem'deki Has Oda'da
ressamına poz vermiş ama resmine öyle ilginç nesneleri ve mesajları yerleştirmişti ki, adeta tabloya bakanlar onun mahrem dünyasını başka bir tasvire ihtiyaç duymadan tanıyabilirler.
Topkapı Sarayı Müzesi Resim Galeri-si'nde 17/30 numarayla kayıtlı bulunan 1803 tarihli bu tablo, 3. Selim'i sedirde otururken gösterir ve genellikle törenlerde tahtta otururken tasvir edilen padişah portrelerinden bir kopuşu temsil eder. Bir padişahı Haremdeki haliyle, yani resmi kıyafetlerinin dışında gündelik kıyafetiyle resmeden tablo, boyutları itibariyle de (110 x 88 cm) benzerlerinden büyüktür.
Çok gerçekçi olarak çalışılmış olan tabloda göze çarpanlar şöyledir:
Sol üstte murassa (mücevherli) kılıç ve bir çift murassa piştov (tabanca) asılıdır. Yanında Sultanın tuğrası vardır ve altında 1803 tarihi okunur. Yalnız tuğranın sağına, bayrağımızdaki ay yıldızın konulmuş olması dikkat çeker (o devirde yıldızımız 8 köşeliydi). Duvarda Avrupaî desenli lacivert örtü, Padişahın dayandığı turkuaz üzerine işlemeli,
inci püsküllü sırt minderleriyle uyum içindedir. Sol uçtaki minderin üzerinde
elmaslarla süslü bir cep saati durmakta ve kordonu aşağıya doğru sarkmaktadır. Padişahın elinde tuttuğu inci tespihin imamesi, üç parça
zümrüt ve iki iri inciden oluşmaktadır. Püsküllerinin ucu ise damla şeklinde incilerle sonlanır.
Padişahın üzerinde mücevher olarak sadece parmağındaki elmas yüzük ile kuşağında sadece başı görünen elmaslı hançer bulunur. Sarığında törende olmadığı için sorguç yoktur, sadece sarığın düğümü ortada süs haline getirilmiştir. Omuzlarında kürk kaftanı, gayet rahat bir oturuş düzeninde (bir ayağını altına almış ve sağ dizini kırmıştır) gösterilen 3. Selim, günlük hayatında nasıl yaşıyorsa öyle resmedilmiştir.
Ancak gözlerimizi resmin sağ tarafına kaydırdığımızda bir dolaptaki ilginç nesneler dikkatimizi üzerinde toplayacaktır. Alt katta açılmış bir kutu ve içinden sanki kamış bir
kalem gibi bir cisim yükselmektedir. Kutunun solunda bir
teleskop veya gemici dürbünü durur. Bu, muhtemelen Padişahın denizciliğe merakını gösterir. Kutunun üzerinde 14. Louis tarzında bir "İskelet Saati" olanca ayrıntısıyla çizilmiştir. Büyük tutulmuş çarklar, zemberek kutusu,
salyangoz ve zincirden oluşmuş mekanizması ve bir sarkacı vardır. Ancak saatin sadeliği, kaidesinde görülen Barok süslemeler yüzünden kaybolmuştur.
kitapsız padişah olmaz
Sizi bir resmin labirentlerinde dolaştırarak sıktığımı biliyorum ama tarih bazen küçücük nesnelerden bize göz kırpar. Seçim atmosferinden yeni uzaklaştığımız bu günlerde bir tablonun derinlere gömülü mesajını ortaya çıkarmak için biraz daha
sabır istiyorum.
Dolabın üst katına geldiğimizde ortada
küçük bir yerküreye rastlarız. Bu küre, teleskopla birlikte padişahın bilim ve araştırmaya verdiği önemi vurgular.
Kürenin iki yanında iki sıra halinde üst üste dizili 12 adet kitaba bakışlarımızı çevirdiğimizde kitapsız padişah olunamayacağı vurgusunun ön planda olduğu anlaşılır. Ancak tabloda kitapların üzerinde isimleri de yazılıdır. Sağda coğrafya, tarih ve edebiyatla ilgili kitaplar ("Atlas", "
Tarih-i Raşid", "Tarih-i Naima", Kâtib Çelebi'nin "Cihânnümâ"sı, "Divan-ı Nâbi" ve "Siyer-i Veysî") var. Sol sırada ise iktisadî, askerî, dinî ve hukukî kitaplar yer almış: "Vauban", "Montekukuli", "Kanunname", "Fetava", "Şifa-i Şerif", en üstte de "Mushaf-ı Şerif".
Bir padişahın özel dünyasını deşifre eden bu tabloyla 3. Selim'in dağınık portresi netleşiyor:
Batı'dan gelecek yeniliklere daima açık ama Osmanlılığın temellerine sahip çıkmaya ısrarla devam eden bir padişah karşımızdaki. Yerkürede dünyaya, teleskopta ve saatte Batı'ya bakıyor, kitaplarda ise tam bir Osmanlı. Zaten oturuşundan belli değil mi?
Not: Gül İrepoğlu'nun "P" (sayı: 17, 2000), Aysel Tuzcular'ın "
Kültür ve
Sanat" (Sayı: 5, 1977) dergilerindeki, Günsel Renda'nın "Padişahın Portresi" (2000) adlı kitaptaki yazılarından yararlanıldı.
Kitap isimlerini okumama yardımcı olan İSAM'dan
Seyfi Kenan'a teşekkür.