Mesleğini değiştirmek isteyen
subay-
astsubaylar kaçak hayatı yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Hiçbir resmi iş yapamamakta, hayatını geçindirmek için kazancını sağlaması gerekmekte fakat şirketini kuramamakta, sosyal güvenlikli bir işte çalışamamaktadır. Evlenmek üzere olan birisi nikâh bile yapamamaktadır. Bu tarzda sayısı çoğaltılabilecek örneklerde görüldüğü üzere mecburi
hizmet uygulaması ordudan ayrılamayan
personelin insan haklarının ihlaline sebep olmaktadır.
Ortalama 22 yaşında
teğmen çıkan bir subay ele alınırsa, 15 yıl mecburi hizmet ile birlikte 37 yaşına kadar
istifa edememektedir. 37 yaşına kadar mecburen çalışmak zorunda kalan bir insan için “zorla çalıştırılmış” söyleminin geçerliliğinin günümüz koşulları dikkate alınarak araştırılması gerekmektedir. Zaten o yaştan sonra hayatında sadece askerlik yapmış bir kişi başka ne iş yapabilir?
Başka hiçbir konuda deneyimi olmayan bu insanın yaşayacağı işe alım süreci ne kadar kolay olacaktır, bu kişiyi kim işe alacaktır?
Yani bu şekilde mecburi hizmet uygulamasına tabi olan personel ömür boyu asker olmak zorunda kalmaktadır. Tabii ki belirli bir mecburi hizmet süresi olabilir. Okunulan eğitim süresine göre bir mecburi hizmet düzenlemesi pek ala yapılabilir. Bu sürenin azami eğitim süresi kadar olması, bu sürenin yarısını tamamlayana tazminat ödeme koşulu ile istifa hakkı tanınabilir.
Daha önemli bir husus da askerlik yapmak istemeyen kişinin zorla TSK'da tutulmasının yarar değil zarar getireceği gerçeğidir.
-Mecburi hizmet sürelerinin hesaplanmasının yenilenmesine,
-TSK personelini elinde tutmak için caydırıcı değil, sevdirici -
teşvik edici yollar bulunmasına,
-Başkaca bir suç yok ise TSK'dan ayrılmak istemenin asla
hapis cezası ile cezalandırılmaması gerektiğine,
-özetle kişilere bir ikinci şans verilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Ciddi tartışılması gereken bir husus Personel Kanunu/ yönetmeliğindeki mecburi hizmet hususunun hayatın akışına ters olduğu konusudur. İnsan hayatının en verimli çağının çok uzun bir bölümüne ipotek konması ve bu ipoteğin kalkmasını isteyene bir şekilde suç işlemeye zorlaması ve cezai müeyyide uygulaması hakkaniyetli olunmadığı kanaatini uyandırmaktadır.
Ordudan her ayrılan
muvazzaf personel, ayrıldıktan sonra ülkesine üniformalı iken sağladığı faydadan daha fazla fayda sağlayabilir.
Mustafa Kemal Atatürk, Milli mücadeleye görevinden alındıktan sonra başlamış ve
sivil kimlikle yürütmüştür bu işi.
Her şeyden önce ayrılmak isteyen personelin "firardan başka yol yok" zihniyetinden çıkarılması gerekmektedir, bunun tek yolu da istifa hakkının tanınmasıyla sağlanabilir. Açık olan bir konu vardır ki, kimse sevmediği halde askerlik yaparak, meslek olarak orduya fayda sağlamaz. İsteyen kişi devletin kendine yaptığı masrafı, ödeyerek kendi
kariyer yolunu çizebilmelidir, buna hakkı vardır, olmalıdır.
Burada verilecek örnek, TSK’nın son yıllarda yöneldiği
sözleşmeli subay alımları olabilir. TSK'nın 8 yıl okutarak kıtaya çıkardığı subayıyla 6 ayda aynı hakka kavuşan sözleşmeli subaylar, “Demek ki 8 yıl okutmadan da aynı kalite yakalanabiliyor” düşüncesini destekleyen bir örnek teşkil etmektedir.
Özel şirketler de bir sürü çalışanını binlerce lira masrafla eğitimlere, konferanslara, kurslara göndermekte ama bu kadar masraf yapılan şahıs o işi bırakabilmektedir. Zamanında üzerine para harcanmış olması o insanı mecburen bir kurumda tutma gerekçesi olamaz.
FİRAR SÜRECİ VE SONUÇLARININ BİR KISMI:
1- Yaklaşık 1,5-2 yıl süren bir firarda kalma süreci.(firar eden personel ailesiyle birlikte çok ciddi maddi ve manevi travmalar yaşamaktadırlar; bu süreç pek çok kişi için cezaevi koşullarından daha yıpratıcı ve zordur.)
Firar edecek kişinin firar durumunda iken geçimini sağlayacağı belli bir miktar parası yoksa büyük bunalımlar ve
psikolojik zorluklar yaşaması söz konusudur.
2- Terörle mücadele eden bu adsız kahramanlar
ayrılık sonrasında çok ciddi MADDİ TAZMİNATLAR ödemektedirler.
3- Yeniden kamu hizmetine girmekte ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar.
4- Toplumdan, ‘Kim bilir neden atıldı?’ şeklinde tecritlere maruz kalmaktadırlar.
5- 6 ay ile 10 ay arası bir süre cezaevinde hapis yatmaktadırlar.
Bütün karşılaşılabilecek zorlukları bile göğüslemeye karar vermiş, başka bir iş kolunda belki daha fazla faydalı olabilecek bu subay/astsubaylar bu kez toplumsal baskılara maruz kalmaktadırlar.
Mecburi hizmetin kaldırıldığında, bu durumun Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de faydaları olacaktır. Eğer mecburi hizmet uygulaması düzenlenir ise bu kez
yönetimin, yöneticilik becerilerinin sorgulanması gündeme gelecektir. Bu da son günlerde Silahlı Kuvvetler’de ihtiyaç duyulan kalifiye yönetim kadrosunun varlığını güvence altına alacak kendi kendisini devamlı sorgulayan bir
sistem anlayışının kazanılmasına yardımcı olacaktır.
Başka bir konu da öncelikle TSK'nın muvazzaf subay/astsubay kaynaklarına; sonra mevcut duruma bakarak bir çözüm bulmak… bunu da gerek bireysel hak ve özgürlükler, gerekse TSK ihtiyaçları açısından değerlendirmemiz gerektiğidir. Bu bağlamda muvazzaf bir subay en az dört sene, en fazla sekiz senelik eğitimle yetişmektedir. Astsubaylar ise çok daha kısa bir eğitimle TSK saflarına katılmaktadır. Her ne kadar yüklenmeyle kanunları kabul ettiğini kişi belirtse de mecburi hizmet süresinin icrasında bir ''uyumsuzluk'' olduğu ortadadır.
·
Askeri lisede okuyup subay çıkan kişi 8
· Sırf
Harp okulunda okuyup subay çıkan kişi 4
· Astsubay
Meslek Yüksek okulunda okuyup astsubay olan kişi 2
· Astsubay Hazırlama Okulu ile Astsubay MYO okuyup astsubay olan 5
sene eğitim almasına rağmen hepsinin mecburi hizmet süresinin on beş sene olması bir hukuki terslik olduğunun kanıtıdır. Bu konunun anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı ya da ihlali gerekçesi ile tekrar değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu önemli bir konudur ve düzgün ve mantıklı çerçevede tartışılıp gerekli hukuki zemine getirilmesi gerekmektedir.
1978 mezunlarına kadar 10 sene olan mecburi hizmetin 1979'dan itibaren 15 sene olmasının hukuki zemini var mıdır? Eğitim süresine göre belirli süre mecburi hizmet veya buna uygun bir tazminat isteme hakkına TSK'nın sahip olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Ancak tazminatın yanı sıra kişilerin bir kurumdan ayrılmasının ''suç'' sayılması ve bu suça ''tecilsiz''
hapis cezası verilmesi vicdanları kanatan bir durumdur.
Anayasanın eşitlik eğitimini ihlal ettiği çok ciddi biçimde öne sürülebilir. Çünkü eşit şartlarda uygulama anayasanın eşitlik ilkesiyle örtüşür. Mecburi hizmetin ilk temel dayanağı ''verilen eğitim'' olduğuna göre iki senelik eğitimin yükümlülüğünün sekiz senelik eğitim yükümlülüğüne denk tutulması mantıklı değildir.
Bu yazıyı kaleme alırken, firari bazı eski muvazzaflardan gelen e-maillerden faydalandık… O firarilerden birisi aynen şöyle diyor:
“…Bu memlekete
Habur sınır kapısından ben giriş yapsam anında kelepçeyi takar, içeri alırlar fakat bizlere kast eden
teröristler nasıl karşılandı hepimiz biliyoruz. Ne yazık ki bu ülkede mesleğini değiştirmek isteyen bir subay olarak terörist kadar değerimiz yok.
Bu konuda gerekli hukuki düzenlemenin yapılması için kamuoyu oluşturulmasında yardımcı olmanızı bekliyorum. Bu insanlar memlekete faydalı olabilecekleri bir alanda çalışabilecekken hayatları boyunca kaçmak zorunda kalıyorlar. Teröristlere bil
e devlet eliyle iş bulunurken, bize bu muamelenin yapılması içler acısı bir durum...”
Bizim işimiz yazmak, görevi; hukuk devleti olmanın gereğini yerine getirmek olanlara meseleleri iletmek…
Yeni meclis kurulduktan sonra bu meselenin ivedilikle ele alınmasında fayda var. (14.06.2011)
AV.RAMAZAN KERPETEN (www.kerpeten.biz ,
[email protected] )