Önceki gece İstanbul'da 29
etiket' title='araç haberleri'>araç "bilinmeyen kişi ve kişilerce" kundaklandı.
Kundaklamak şöyle oluyor, aracın üstüne benzin döküp tutuşturuyorsunuz. Türkiye'de
siyaset yapmanın böyle bir kolaylığı da var; buna,
seçim konvoyuna ormanlık alandan uzun menzilli silahla ateş açmak, öğrenci yurduna
molotof kokteyli atmak, yoldan geçen seçim otobüsünü engellemek için yola barikat kurup taş fırlatmak, halkın kalabalık bulunduğu yerlerde uzaktan kumandalı
bomba patlatıp adam öldürmek gibi "politik" faaliyetleri de ekleyebilirsiniz!
Birisi toprağa
fidan diker, sular, ihtimam gösterir; öteki gelir fidanı kırar, söker, çiğner. Bu örnek siyasi emeğin amacını ve niteliğini göstermesi bakımından hayli yeterli: Bir fidanı sökmek, onu yeşertip büyütmekten daha kolay, daha zahmetsiz, daha masrafsızdır ve çok daha kısa bir zamanda "başarılabilir". Etkili olmasına elbette etkili; birisi çok emekle bir şey yapmak ister, öteki az gayretle buna engel olur.
Bütün gülünçlüğüne rağmen "Dı Ekonomiks" dergisine "Falana değil filana oy verin" diye
komik şeyler yazdırmak, gece yarısı araç kundaklayıp, polisin kafasında taş kırmanın yanında çok daha mâsum bir politik eylemdir. Bu seçimin eksik tarafı mizahtı; o da tamamlanmıştır ama bu kadarcık espri, şiddet kullanarak
politika yapan yıkıcı takımını hoşgörmeye yetmiyor.
Yarım asırdan beri radikal sol gruplar şiddeti, politik bir mücadele unsuru olarak yüceltiyor ve her kuşakta aldatabilecek
genç bulabiliyorlar. Adına "Zalımların düzenine karşı yiğitçe direnmek" filân gibi romantik bir etiket yapıştırıp, gençleri polisin üstüne saldırtıyorlar (Eskiden askere de saldırırlardı ama son zamanlarda tarz değiştirdiler nedense!)
Polis cevap vermezse "Oligarşik unsurlar", halkın
devrimci gücünden tırsımış sayılır ama polis her hâl ü kârda şiddet kullanmaya kışkırtılır; Polise zarar vermeyeceği bile bile plastik borularla kalkanlara, panzerlere vurulur, araçların camı kırılır. Polisimiz
evet, eskiye göre eğitimlidir ama bir noktadan sonra kontrollerini kaybedip karşı şiddet uygulamaya geçince curcuna başlar. Ertesi günün gazeteleri "orantısız şiddet kullanımı"ndan bahsederler. Polisle çatışma hali radikal şiddet için her açıdan kârlı ve bereketlidir: Yaralanana gazi ünvanı verilir. Tutuklananların sınıfsal bilinci pekişmiş olur, Polis dayağı yiyenler bükülmezleşir, acemi sempatizanlar militanlaşır. Ölen olursa kan davasını sürdürecek yeni gerekçe çıkar, yeni şiddet eylemlerine zemin hazırlanır.
Sandıklar daha ortaya konulmadan kaybedilmiş bir seçimi çevirmenin en
ucuz, en mâliyetsiz, en medyatik yolu, politik bir araç olarak şiddet kullanmak. Bu tarz, Türkiye'de şiddete tapınan politik grupların niçin hep teferruat sadedinde kaldığını, toplumda sahici bir
damar ve zemin bulamadığını ve niçin kendi inşaatını yapmaya asla muktedir olamadığı halde başka siyasi grupların müteahhitliğini, taşeronluğunu, hatta ırgatlığını yapmakla yetindiğini de izah eder.
Jack London sefâlet ve didinmekle geçen uzun yıllardan sonra kitaplarından para kazanıp orman içinde kendine güzel bir ev yaptırmış ama günün birinde "bilinmeyen kişi ve kişilerce" evin kundaklandığını duymuştu. Evinin hâlâ tüten külleri önünde söylediği söz, bütün yıkıcıları ve yakıcıları o günden beri mahçub ediyor; demişti ki, "Ev yakanlardan olmaktansa, evi yakılanlardan olmayı
tercih ederim!"
Neyse ki "Dı Ekonomiks"in yaptığı güzel espri yetişti imdâdımıza; bu sıcaklarda vantilatör tesiri yapıyor. Hatırladıkça serinliyoruz, içimiz açılıyor.
Kemâl Bey böylece âhir ömründe küresel aktör de oldu; bir de Yunanistan'ı kurtarıp sosyal güvenlik kurumuna danışmanlık yaparsa (ki müthiş fikirdir) seyreyleyin gümbürtüyü!