Maça çıkacak kadromuz açıklandığında "Çağlar mı?
Allah Allah!" diyenlerimiz hiç de az değildi. Ölüm-kalım maçı olarak nitelendirdiğimiz karşılaşma da bu
futbolcunun
ölümcül nitelikteki hatasıyla gol yememizle başladı. Üstelik bomboş durumda çok basit bir topa vuramamaktı Çağlar'ın hatası...
Sonrasında da tatsız gelişiyordu oyun. Belli ki Leekens dersini iyi çalışmıştı yan toplar ve kanat ataklarıyla işi bitireceğini biliyordu. Nitekim daha ne oluyor demeye kalmadan ikinci golü kalemizde görüyorduk ki S.
Şahin topu çizgiden çıkarıp bu felaketi önledi.
Çoğu kez olduğu gibi bizim nasıl bir oyun anlayışıyla istediğimizi elde edebileceğimiz bilmece gibiydi. Ortaalanda top tutamayışımız, ilerde Kazım'la
Burak arasında hiçbir bağ olmayışı 'Eyvah!' dedirten arızalardı. Savunmamız da zaten her topta yürek hoplatıyordu.
Tek beklentimiz bireysel yetenekle yapılabilecek işlerde gibiydi. Onu söylediğinizde ilk akla gelen de
Arda oluyordu. Neyse ki çok geçmeden sahneye çıktı. Rakibine bütün futbol hayatı boyunca unutamayacağı çalımı attıktan sonra Burak'ın hiçbir biçimde kaçıramayacağı biçimde topu çıkardı. Maçın en seyre değer anıydı bu. Takımımızı da ayağa kaldırdı.
Fakat hayır, bu sadece ilk devrenin kalan bölümü için geçerli olabildi. İkinci yarıya da 'Bir gol daha yiyelim, o zaman oynarız!' pasifliğiyle başlamamız sorun çıkaracak gibiydi. Oysa Felliani, Lukaku, Dembele gibi etkili silahlarından yoksun, Van Buyten'i de kenarda oturtan
rakip karşısında biraz oynar gibi olduğumuzda çok şey değişiyordu.
Ancak bunu pek fazla yapamadık. Hele 60'tan sonra adeta sahadan silindik. Özellikle
penaltıdan önceki birkaç dakikada Kazakistan'dan bile daha kötü
ekip durumundaydık. Bu arada oyuna hiç müdahale etmeyen
teknik heyetimizin nasıl bir düşünce içinde olduğunu kestirebilmek de kolay değildi.
Doğrusunu isterseniz değişiklikler de birşey getirmedi ve penaltı bile atamayan rakip karşısında yenilmeyi becerebilmek için elimizden geleni yaptık. Neyse ki bunu başaramadık... İkinci yarının tamamına yakınında rakip cezaalanı çevresine bile gelememiş olmamız utandırıcı bir görünümdü.
Hesapça istediğimizi elde etmiş olduk ama futbol diye oynamaya çalıştığımız oyunun ilkelliği karşısında buna sevinebilmek mümkün değildi. Kaldı ki şimdi eylüldeki
Avusturya deplasmanında kazanıp kazanamayacağımız gibi bir endişemiz de olacak.
Neyse yine de sevinmiş gibi yapalım. Nasıl olsa yeterince derdimiz var, bir de bu maç için kahırlanmayalım...