BAŞBAKAN Erdoğan’ın
Diyarbakır konuşmasında vurgulu bir şekilde Selahaddin Eyyubi’den bahsetmesine sevindim. Bugün ben de bu büyük kahraman üzerine yazmak istiyorum. Amacım, tarihin bugünkü tasavvurlarımızdan farklı olduğunu, Selahaddin’i bir milliyetçilik sembolü haline getirmenin yanlışlığını anlatmaktır.
1137 yılında Tikrit’te doğan Selahaddin,
Kürt’tür, zira babası Necmeddin Eyyubi’nin Kürt olduğu tartışmasız bir gerçektir. Fakat hepsi bu kadar değil.
Necmeddin Eyyubi,
Selçuklu emirlerinden İmadeddin Zengi’nin ordusunda görevlidir.
Ordu Türkmen ağırlıklıdır fakat Kürt ve Arap da vardır. Selahaddin’in kardeşlerinden ikisinin adı Tuğtekin ve Turanşah’tır. Bu durum Selahaddin’in annesinin Türk olduğu rivayetini kuvvetlendirmekten öteye,
modern “millet” olgusunun teşekkül etmediği o çağlarda kavim ve kültürlerin ne kadar iç içe geçtiğini ve
İslam potasında yoğrulduğunu gösterir.
Selahaddin’in ordusu v
e devleti de böyle bir
Müslüman kavimler karmasıydı. Selahaddin’in
Ahlat komutanı Beğtimur’du mesela...
Eyyubi devleti kavmi nitelikli olmadığı gibi, coğrafyası da
Suriye ve
Mısır ağırlıklıydı ki bugün buralar ne ‘Türk’tür ne de ‘Kürt.’
Eyyubi devleti
Tarihçi Claude Cahen, Selahaddin zamanında Doğu Anadolu’ya
göçebe Kürt nüfus göçü olduğunu anlatır. Aynı şekilde göçebe Türkmen göçü de oluyordu.
12. yüzyılda
Antakya-
Urfa-
Mardin bölgesinde
yerli Hıristiyan nüfusa dayalı Urfa Haçlı Kontluğu kurulmuştu. Mısır’a kadar sahil şeridinde Haçlı kontluk ve krallıkları da kurulmuştu. Bu durum bin yıl önceki Doğu ve Güney
doğu Anadolu’da nüfus kompozisyonunun bugünkü tasavvurlarımızdan çok farklı olduğunu ve önemli oranlarda otantik Ermenilerle Süryanilerin bulunduğunu gösterir.
Üç ciltlik Haçlı Seferleri’nin büyük tarihçisi Steven Runciman’ın belirttiği gibi, Eyyubi devleti, “Selahaddin’in şahsiyetinin kudreti sayesinde” kurulmuş, onun ölümüyle yıkılışa geçmişti. Yine Runciman’ın belirttiği gibi, o çağlardaki İslam devletlerinin büyük zaafı, devamlılık sağlayacak kurumların henüz oluşmamasıydı. Sebebi Müslüman kavimlerin yerleşik medeniyete geçişi tamamlamamış olmalarıydı. Bu
Osmanlı’ya nasip olacak, altı yüzyıl devam edecek ve Osmanlı kurumlarının birçoğunu
Cumhuriyet devralacaktı.
İslam’ın kahraman ve adaletli serdarı Selahaddin ve Haçlı Seferleri hakkında Runciman’ın belirttiğim kitabıyla Prof.
Ramazan Şeşen’in Selahattin Eyyubi ve Devlet adlı kitabını
tavsiye ederim.
Rönesans’ın kaynakları
12. yüzyılda Antakya ve Urfa çevresinden başlayarak Mısır’a kadar Doğu
Akdeniz’in Haçlıların eline geçmesi,
akıl almaz sonuçlar doğurdu.
Tarihçi Braudel’e göre, yüz elli yıl devam eden bu Haçlı hâkimiyeti yüzünden Müslümanlar karalara çekilip içe kapanmış, zihinler daralmış, İslam medeniyeti gerileme sürecine girmişti; tabii başka sebeplerin de eklenmesiyle...
Ve Haçlıların eline geçen
Doğu Akdeniz ticareti sayesinde İtalyan şehir devletleri muazzam zengin olmuş, atılgan bir
girişimci sınıf yetişmişti. 15. yüzyıldaki İtalyan Rönesansı’nın ve sonraki Galileo devriminin altındaki ‘dip dalgası’ bu kadar derindir.
Özetle, tarih okurken önce tarihçiliğin bilimsel metotları hakkında bir ön bilgimiz olmalıdır. Dostum Şerafettin Elçi ile sohbet imkânım olursa ‘metot üzerine’ söyleşmeyi düşünüyorum.