İktidara gelmeleri beklenmeyen parti liderlerinin
seçim kampanyası sırasındaki
vaatleri, yüzer- gezer oyların sahibi olan seçmeni pek etkilemez.
Aslında sırtlarında yumurta küfesi olmayan sıradan vatandaşların çeşitli
yurt ve dünya sorunlarına kendilerince çözüm üretmelerinden farksızdır bu durum.
Uzun yıllar önce Taksim'den Cağaloğlu'na dolmuşla gidiyordum.
Karaköy'e yaklaşırken
trafik feci şekilde tıkandı.
Bunun üzerine dolmuştaki yolcular İstanbul'un trafik sorununun nasıl çözülebileceği üzerinde görüş açıklamaya başladılar.
En çarpıcı çözümün yanımdaki yol arkadaşımdan geldiğini hatırlıyorum.
- Bir şoförü Karaköy'de bir tanesini de Eminönü'nde asacaksın. Gelen geçen araçlardaki şoförler onların darağaçlarında sallanan cesetlerine bakacak ve herkes trafik kurallarına uyacak...
Dolmuştaki yol arkadaşımın trafiğe çözüm önerisi böyleydi.
Biz seçmenler 1999 seçim öncesi dönemde "Apo'yu asacağız" içerikli kampanya ile "
Kürt Sorunu"na çözüm öneren parti sözcülerini de dinlemedik mi mesela?
Daha önce neden yapılmadı?
Geçmişte defalarca
iktidar olmuş ama 1990'ların başındaki seçime muhalefet lideri olarak giren ünlü bir siyasetçinin Maraş'taki mitingini izliyordum.
Lider siyasetçi kürsüden her şeyi vaat etmekteydi.
- Biz iktidara gelirsek hastaneler bedava olacak, köylünün ve çiftçinin
Ziraat Bankası'na olan borçları silinecek, benzeri vaatlerde bulunuyordu...
Miting meydanında dolaşarak bu vaatlerin dinleyiciler üzerinde yarattığı etkiyi anlamaya çalışıyordum.
Maraşlı iki dinleyicinin bu vaatlerin ertesinde aralarında "Bu herif kaç kez iktidar oldu. Neden o zaman dediklerinin tam tersini yaptı" diye konuştuklarını duymuştum.
İnönü ve Gürkan'la birlikte
Bir de iktidara dönük
eleştirilerin dozunun ayarlanmasında ölçünün kaçması durumu vardır. Bir seçim kampanyasında ikisi de rahmetli olan
Erdal İnönü ve Aydın
Güven Gürkan'la birlikte seçim otobüsünde
Trakya'yı dolaşıyorduk.
Aydın Güven Gürkan ay çiçeğine verilen
fiyatların az olduğunu her duraktaki konuşmasında vurgulamaktaydı.
Fiyatın düşük olmasına ilk duraklarda "Zulüm" dedi, "İnsanlık dışı davranış" olarak niteledi...
Seçim kampanyası konuşmaları ilerledikçe ay çiçeği alım fiyatları hakkındaki eleştiri kelimeleri galiba yetersiz kalmaya başlamıştı ki, bir duraktaki konuşmasında "Ay çiçeğine bu kadar düşük fiyat vermek soykırımdır" diye başladı sözüne.
Bu konuşmayı
Erdal İnönü'nün yanında dinliyordum.
Erdal Bey'e sordum:
- Ay çiçeği fiyatını düşük vermek soykırımsa, Bulgaristan'da Jivkof'un veya Almanya'da Hitler'in yaptıklarına ne demeliyiz?
Erdal Bey o filozof haliyle gülümsedi,
- Seçim konuşmaları daha sonra hatırlanmaz ki, diye
cevap verdi bana.
Köylünün şaşkınlığı
Bir Trakya kahvehanesinde Erdal Bey içeridekilere hitaben konuşmaktaydı bu gezide. Konuşması hoparlörle dışarıya da veriliyordu.
Dışarı çıktım.
İki Trakyalı köylünün arkasında durdum.
Biri diğerine kendi aksanıyla "Te be ne oluyor burada" diye sordu. Diğeri "Te be İnönü konuşuyor" dedi.
Soruyu soran şaşkın "Tövbe, İnönü ölmemiş miydi ki be" diye şaşkınlığını seslendirmişti.
Bu anılar geride kaldı...
Dün İstanbul'da Mövenpick Oteli'nde Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin "Demokrasi Raporu"nu açıklayan gerçekten içerikli ve doğrularla dolu konuşmasını dinlerken, bu raporda vurgulanan gerçeklerin seçim sonrasında da tekrarlanması gerektiğini, düşündüm.
Seçim sonrasında eğer
AK Parti yine iktidarda kalırsa, CHP'nin "Demokrasi Raporu"ndaki çözümlemelerden çoğunu kendi icraat programına almalıdır.
Bu şekilde pozitif ve rekabete dayalı
demokrasinin sağlıklı işleyişine
tanık oluruz.