Sosyal paylaşım ağlarından yayılan haber üzerine toplanan insanlar, şehrin en lüks semtlerinden birinin ana caddesinde
mangal yakıp, et kızarttı. Caddenin üzerine ip gerip
çamaşır asarak protestoda bulundu. Protestocuların sloganı, "Farklı bir grup insan!"dı.
En ufak bir şiddete başvurmadan gerçekleşen protestoda ciddi bir sosyal yaraya
parmak basılıyordu.
Habere göre, Higienópolis sakinleri
imza toplayarak, semtlerine
metro istasyonunun yapılmasını engellemişlerdi. Gerekçe olarak da, metro istasyonu yapıldığı takdirde, mahalleye daha düşük gelir grubundan insanların, dilenci ve evsizlerin gelebileceği endişesini göstermişlerdi.
Eyalet meclisi her ne kadar tamamen
teknik sebeplerle Higienópolis istasyonundan vazgeçildiğini bildirse de, protestocular zengin tabakanın gücü karşısında duramayan meclisin kararından vazgeçtiğini düşünüyordu.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik, zengin ile fakir arasındaki uçurumu iyice açıyor. Bir tarafta
öfke birikiyor, diğer tarafta korku...
Korkunun harcattığı paralar bir havuzda toplansa çok ciddi meblağlara ulaştığı görülecek. Binaların etrafına yüksek duvarlar örülüyor. Duvarların üzerine helezon ve elektrikli teller çekiliyor.
Bahçe duvarlarından bina çevresine, girişten
asansör ve katlara kadar
kamera döşeniyor. Yetmiyor, güvenlik elemanları istihdam ediliyor...
Çare bu mu?
Bu şekilde geçici çözümler üretilmiş gibi oluyor. Ya o duvarların dışına çıktığınız zaman?
Türkiye 90'lı yılların sonuna doğru tanıştı, yüksek duvarların içine girip lüks evlerde yaşama biçimi ile. Bu türün ilk örneğini oluşturan
site oldukça büyük, lüks ve İstanbul'un epeyce dışındaydı. Arabası olanın değil, en az iki arabası olanın ancak yaşayabileceği bir yerdi.
Ailenin rüştünü ispat etmek isteyen oğlu bu projeyle çıkmıştı
babasının karşısına. Baba, "
Projeye başladık ama bu proje bizi batıracak diye çok korkuyordum." diyor. "Fakat tam tersi oldu. Evler
leblebi üzüm gibi daha temelden satıldı, bitti." Arkasından başka örnekler çıktı ve şimdi o yerlerde
arsa bulmak ne mümkün...
Varlıklılar, evsiz, fakir ve muhtaç insanları gözlerinin görmeyeceği mekânlara çekilirken aslında kendilerinden kaçmaya çalışıyorlar galiba. Çünkü gözler fakirleri gördükçe, vicdanlar mesuliyetleri hatırlatıyor.
Sorumluluklar kaçarak ortadan kaldırılamıyor, hâlbuki tam tersine birikiyor ve vicdanda azaba döşüyor. Azap da eğer, fakir halkın problemine çözüm üretme noktasında harekete geçirici olmazsa bu sefer vicdanı tefessühü başlıyor. İki taraf da ahlakından ve insaniyetinden kaybetmeye başlıyor.
Bu da zarar içinde zarar demek.
Çare, bir tarafın
şefkat duygularını, diğer tarafın da şükran hislerini harekete geçirecek sistemlerle toplumu kaynaştırmakta. Problemleri çözerek vicdanları da insanları da rahatlatmakta.
Zenginler surların içine de çekilse, "farklı bir grup insan" gelir o kalelerin kapısının önünde
kokoreç pişirir, kapının iki yakasına ip gerip çamaşır kurutmaya başlar.
Ya sonra? Bu protestolar hep böyle sakin ve şiddetten uzak başlayıp, sakince biter mi?