Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek, "
Türkiye hazinesini bana teslim etti demiş, ben
Kürt'üm."
Ne dersiniz,
Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin hazinesini Mehmet Şimşek'e teslim ederken, içinden zerre kadar olsun, bir endişe geçmiş midir?
Ne dersiniz, Mehmet Şimşek'in Kürtlüğü ile Öcalan'ın Kürtlüğü arasında sırf etnik aidiyet itibarıyla fark var mıdır?
Ne dersiniz, Mehmet Şimşek,
AK Parti hükümetinde
Maliye Bakanı olunca, Kürtlüğünde bir azalma mı olmuştur?
Ne dersiniz, Kürtlüğü
siyaset aracı haline getirenler nezdinde, Mehmet Şimşek neden makbul Kürt sayılmıyor da,
Selahattin Demirtaş makbul Kürt oluyor?
Türkler'e soruyorum, bugüne kadar içinizden Mehmet Şimşek'in Kürtlüğü dolayısıyla en
küçük bir endişe geçti mi?
Benim geçmedi, eminim ki bu ülkenin çok çok büyük bir kesiminin içinden de kuşkunun zerresi geçmemiştir.
Bejan Matur'un, dünkü Zaman'daki yazısında bir olay anlatılıyor.
Şehir Üniversitesi'nde konferans veriyor Bejan Matur.
Konferans sonrasında 'zarif' giyimli bir bayan geliyor ve kendisine şunları söylüyor:
"Söylediklerimi lütfen yanlış anlamayın. Sizi sevdim ama neden kendinizi ayırıyorsunuz, neden kendinize ısrarla Kürt diyorsunuz, bu bana acı veriyor, sizi kendimden ayrı görmüyorum ki ben."
Matur sonra şunları yazıyor:
"
Kadının sözlerindeki samimiyet, Kürt olduğumu ifade edişimden duyduğu acı ne yazık ki gerçekti. Kendimi Kürt olarak tanımlamam ona acı veriyordu."
Matur yazısının devamında "
Kürtler'in kendilerini özne olarak
tarif etmelerinin"
toplumun geriye kalanında bir
psikolojik bariyer oluşturduğunu yazıyor.
Düşündüm. Haklı mı Matur? Bence, en azından o kadının sözlerine yansıyan psikolojide haklı değil. Bunu kendi ruh dünyamdan kıyasla söylüyorum.
Bence o kadın, herhangi bir insanın "Kürt" veya başka bir şey olmasından rahatsız değil. Ama düşünüyor ki: "Biz biriz, bütünüz. Türk, Kürt ya da başka bir şey, adeta tek
vücut olmuşuz. Şimdi birisi çıkıp, ben şuyum dediğinde bu bütünleşmiş yapıda bir
çatlama oluşuyor. Vücudumun bir parçası sökülüp alınıyor sanki. Ondan da acı duyuyorum."
Evet o kadın "Bana acı veriyor" demiş zaten.
Cumhuriyet kadrolarının "devlet adına" Kürtler'e karşı bir "Türkleştirme"
politikası uyguladığını, bunun büyük acılar yaşattığını görmezden gelecek değilim.
Ama
halk psikolojisinde durum farklı.
Bana göre halk, devlet gibi bakmadı olaya hiçbir zaman.
Türk-Kürt ayrımı oluşmadı halk psikolojisinde. Onun için de, bunca evlilik gerçekleşti, iç içelik oluştu.
Kürtler adına devletin asimilasyonist politikalarına karşı çıkışı anlarım ama iş "Kürtçülük" tarzına büründüğünde ve her ortamda yoğun "Kürt, Kürt, Kürt" sözcüğü geçtiğinde, hadise, devlet meselesi olmaktan çıkıyor ve toplumsal boyut kazanıyor.
Türkiye'de önemli bir toplum kesiminde, eğitim politikalarının bütün enjeksiyonuna rağmen, etnik anlamda bir "Türkçü" bilinç oluşmuş değil. Hatta belki şu söylenebilir: Karşısında bir adam ısrarla "Kürtlük"ten bahsettiğinde, sade insanların önemli bir kısmı "Acaba ben neyim" sorusunu soruyor. Yani Kürtçülüğün, sokaktaki insanda, -
derin devlet bakışını ayrı tutuyorum- gerçekte var olmayan Türklük bilinci uyandırdığını söylemek istiyorum.
Kürtler adına politika yapanlar acaba, Kürt olmayan toplum kesimlerinin bu ruh halini dikkate aldılar mı?
Yoksa Türklük-Kürtlük bilinçlerinin birbirini beslemesi ve ortaya
ayrılık bilincinin çıkması gibi bir
hesap mı söz konusudur?
Kemalist proje Türklük adına bunu yaptı, şimdi Kürtçü Kemalizm, bunun karşıt rantını devşirmeye mi soyundu?
Ben bir Kürt'le, Türklüğü Kürtlüğü aramıza bariyer gibi koymadan, öznelik nesnelik kavgasına girmeden, kardeşçe konuşabilmeyi istersem çok bilinçsiz mi kalmış olurum?
Biz aslında böyleydik hâlâ halkın önemli bir kısmı böyledir ama duygu dünyamıza
zehir taşınan bir sürecin de içinden geçiyoruz. Dilerim herkes zehirlenmeden sürecin içinden çıkarız.