Dünyada modası çoktan geçti ama
Türkiye'de seviliyor: "Tarihte şu şöyle olmasaydı da bu böyle olsaydı ne olurdu?" edebiyatı.
"What if?" edebiyatı da denir. Fransızlar daha bilimsel kokan bir tanım bulmuşlar, "uchronie" diyorlar. İlk akla gelen örnekleri, evvelce de anlatmıştım, "İkinci Dünya Savaşı'nı
Hitler kazansaydı ne olurdu?" sorusundan yola çıkan eserler.
Var canım, Len Deighton bile yazdı, Nazi işgali altında
İngiltere... Parlak çalışmalar var, hatta Philip K. Dick en iyi örneğini verdi,
Japon işgali altında
California...
Fakat sonuçta, bilimkurgunun bir yan türü olarak kabul ediliyor. Yani ister istemez ikinci
sınıf edebiyat, "kaçış" edebiyatı, "paraliterer" bir
roman ve öykü akımı. İki bin bilmemkaç yılında uzaylıların gelişini anlatan piyasa çarçurları gibi.
İkinci sınıf olarak kalsa iyi, okur eğleniriz de, Türkiye'de üçüncü, hatta beşinci sınıf kalemler bu işe girişince ortaya mizah ürünü çıkar.
Bizde ilk akla gelen, ya
Atatürk'ü vaktinden önce öldürmek, ya da mezarından çıkarmaktır.
Atatürk bir suikasta
kurban gider (bunu aşk yazarları
tercih ediyorlar) ya da
küçük yaşta karga kovalarken ağaçtan düşer ölür (bu da gazeteci tercihi), ondan sonra Türkiye nice olur?
Mahvolur tabii, kurtaracak kimse kalmamıştır.
Bir de "
Konya Mevlana Türbesi'nden uzaya
lazer ışını yükseltip Atatürk'ü de buna tutundurup aşağı indirenler" vardır ama onlar bunu roman değil "icraat programı" olarak kaleme almışlardır.
Bendeniz bu zırvaların en çok "Atatürk'ü yeniden
Samsun'a çıkaranlarını" severim.
Eser iyice dıngıl olunca okuması daha da keyif verir.
Atatürk yattığı yerden kalkmış, vatanın elden gittiğini görmüş, yeniden Samsun'a gitmeye ve herşeye sıfırdan başlamaya karar vermiştir... Samsun'dan bir güneş gibi doğacaktır ama bunu "
yaz saati uygulamasına" göre mi yapacaktır, eski saate göre mi, belli değildir.
Gerçi memlekette düşman işgali yoktur, devlet yıkılmamış, ordu dağılmamıştır,
büyüme hızı yüzde 9, enflasyon yüzde 4 çıkmıştır, bazı aylarda dış ödemeler dengesi "fazla" bile vermektedir, bütün tersaneler de çok
şükür bizim elimizdedir ama Atatürk öyle uygun görmüştür. (Bu "tersane" konusu özellikle önemlidir, herşeyini alsınlar, aman tersanelerine girmesinler.)
Tamam da, Atatürk'ü Samsun'a kim gönderecektir? Padişah mı? Ortada
padişah yoktur.
Hangi kılıfla gidecektir? Bölgede
ayaklanma yoktur. Samsun'a gideceğine Diyarbakır'a gitseydi daha iyi değil miydi?
Atatürk Samsun'a
Ankara'dan mı gidecektir, İstanbul'dan mı?
İstanbul'dan... Niçin? Merzifon üzerinden Ankara-Samsun
karayolu daha kısa değil midir?
Bandırma vapuru tarihe karıştığına göre Türk
Hava Yolları uçağını mı kullanacaktır, yoksa
Pegasus,
Atlasjet falan mı? Herhalde THY... Özel şirketin uçağına binmek bu durumda yakışık almayacaktır çünkü devletçilik CHP'nin altı okundan biri değil midir?
Samsun'dan sağa sola telgraflar yağdıracaktır herhalde, vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir (çünkü Ankara'da göbeğini kaşıyan ayıların seçtiği bir
iktidar vardır, dağdaki çobanın oyuyla bardaki mankenin oyu bir tutulmuş, onun için futbolda arzu edilmeyen bu görüntüler elde edilmiştir.)
Niçin telgraf çekiyor, cep telefonu kullansa daha pratik değil mi?
Sonra ne yapacak? Nereye gidecek?
Amasya üzerinden
Erzurum,
Sivas... Kongreye... Kongrede Adnan
Polat da
aday olacak mı, "mandacıları" temsilen?
Sonra Ankara'ya gelecek. İyi ama bu işin başında zaten Ankara'da değil miydi? Taa Samsun'a kadar ne gidiyor, kalksın Rasattepe'den, bir höt desin aşağıya doğru, başbakanın dudağı uçuklar.
Ankara'da ne yapacak? TBMM'yi açacak. Eee, eskisi ne olacak? Onu kapatacak herhalde... Aman ha, 146. maddeye girer!
Nasyonal sosyalistlerin dallama kesimine roman yazmayı da biz mi öğreteceğiz yahu, azıcık yaratıcılıklarını kullansınlar!