Jandarma Er
Coşkun Çallı henüz 6 aylık askerdi. Geçtiğimiz hafta
Hakkâri Çukurca’ya bağlı Üzümlü bölgesinde mayına basarak hayatını kaybetti. Piyade Er
Ramazan Erdem ise geçtiğimiz yıl Hakkâri’nin
Şemdinli ilçesinde şehit düştüğünde sadece 20 yaşındaydı ve 3.5 aylık askerdi. O zaman babası yetkililere şöyle haykırıyordu: “3, 3.5 aylık askerin ne işi var dağda? Bu çocuk
silah tutmasını da bilmez. Ne diyelim, vatan sağolsun”.
Terör şehitlerimizin % 90’den fazlası Coşkun ve Ramazan ile aynı durumda. Dünyanın en tehlikeli karakollarını amatörler koruyor, en tehlikeli operasyonları yine onlar gerçekleştiriyor (!) Sizler rahat yatağınızda uyuyun diye Dağlıca’dan Aktütün’e kadar en tehlikeli mıntıkalarda birkaç aylık askerler
nöbet tutuyor. Hal böyle olunca kayıplar olması gerekenden bir hayli fazla oluyor. Karakollarda ‘çakılı
savunma’ yapan, arazide onlarca kiloluk ağır yüklerle dolaşmak zorunda kalan, tek tek değil,
konvoy halinde ‘operasyonlara’ çıkan ‘acemiler’le bu iş bu kadar oluyor.
Biliyorum sayın generallerimiz yine bana kızacaklar. Belki de bu garibi yine ‘vatan haini’ ilan ederler. Çünkü geçmişte böyle olmuştu. 2007 yılında “terziyle berberle
terörle mücadele olmaz” dediğimde dönemin
Genelkurmay Başkanı ve
Kara Kuvvetleri Komutanı tüm basını bir
komando okulunda toplayıp “askerimizi iyi yetiştiriyoruz” açıklamaları yapmış, benim sözlerimi de adeta
linç etmişlerdi. Orada ayrıca askerin profesyonelleşeceği de
vaat edildi. Fakat ne işse ölenler hala silah dahi tutmasını yeterince bilmeyen birkaç aylık askerler.
***
Bin kere, onbin kere söyledik, gelişmiş dünyada yok böyle bir örnek. Aklı başında hiçbir
ülke acemilerle
terörist avına çıkmaz. Bu bir intihardır! Şehitlik makamı beceriksizliklerimizi örten bir
örtü olmamalıdır.
Sayın
Bülent Arınç diyor ki “28
Nisan sabahı derslerini aldılar... Artık topuk selamı veriyorlar”. Sayın Arınç’ı beğenirim, fakat hiç kusura bakmasın, ne demokratik rejimin güven altına alınmasında, ne de teröristle mücadelenin başarılı olmasında göstermelik topuk selamları bir şey ifade etmiyor. 2002’den bu yana teröristle silahlı mücadele stratejisinde zerre değişiklik olmadı.
Demirel, Yılmaz ya da
Çiller döneminde neyse aynen o şekilde devam ediliyor. Yine Jandarma Kara Kuvvetleri’nin emrinde, yine onbinlerce asker yürüyüş düzeninde birkaç teröristin peşinde, yine terörist mayınları ‘uyduruk dedektörlerle aranıyor, yine sınırlar delik deşik ve yine birkaç aylık askerlerimiz, Mehmetlerimiz, çoğu kez gereksiz bir şekilde şehit düşüyor...
Peki, ne yapmalı? İlk önce tüm amatörleri terör sahasından çıkarmak gerekir. Çünkü amatörler teröristle mücadeleye katkıdan çok zarar veriyorlar. Bunların yerini bir an önce profesyonel askerler almalıdır. İkinci olarak askeri
yurt içinde bu kadar çok kullanırsanız çözdüğünüz sorundan daha büyüğünü başınıza sararsınız. Hele hele bizimki gibi ‘eski nesil ordular’ın terörizm gibi yeni tehditler ile etkili bir şekilde mücadele edebilmesi neredeyse olanaksızdır. Bu nedenle hem ordu yeniden yapılandırılmalıdır, hem de teröristle mücadelede ‘özellikli timler’e geçilmelidir. Gerekirse teröristle mücadele için askerden, polisten oluşan veya bunlardan bağımsız mücadele gurupları oluşturulmalıdır. Üç, mevcut silah ve teçhizat ile teröristle mücadele mümkün değildir. Burada sorun paradan çok savunma teknolojisine dönük zihniyettedir. Buraya müdahale edilmediği sürece sadece teröristle mücadelede değil, tüm savunmada hantallık ve verimsizlik devam edecektir.
Yapılması gerekenlerin listesi uzun. Detaylarını gerçekten merak eden var ise gelişmiş dünyadan birkaç örneği incelemeleri yeterli. Fakat tüm bunlardan çok daha önemlisi teröristle silahlı mücadelenin başına
sivil iradenin geçmesi konusudur. Georges Clemenceau’nun dediği gibi “savaş generallere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir”.