Adil Soral Hoca


Merhum Adil Soral Bey'in ardından onunla yirmi iki sene önce Beylerbeyi Lisesi'nde tanışan Eyüp Ensar şunları söylüyor: Dinine örfüne bağlı bir Anadolu ailesinden gelmeme rağmen okula gelince "Biz liseli çılgınlar!" diye bir moda vardı, tamamen ona kapılmak üzereydim. Yan sınıftan Ertuğrul isimli arkadaşım beni Adil Soral ile tanıştırdı. Yaşça bizden büyüktü. Bana nazikçe ve sizli ifadelerle konuşuyordu. Beni çok ciddi ve samimi şekilde de dinliyordu. Hesap sorarcasına bir dinleme değildi bu... Alışkın değildim öğrenci olan bir gencin böyle olgun davranışlarına. Benden müsaade isteyip ayrılırken, benim temiz, mâneviyat dolu bir aileden geldiğimin belli olduğunu, böyle sağlam temelli yuvadan geldiğim için tebrike lâyık olduğumu nezih bir şekilde ifade etti. Beni bir düşüncedir aldı. Benim sıyrılıp çıkmak istediğim bir yaşayışın güzel olduğunu söylüyordu. Sanki hevesim kursağında kalmıştı... Bir gün Ertuğrul beni Beylerbeyi Câmii'ne davet etti. Aslında ben de namaz kılan birisi olmama rağmen, yanlış telkinlerin tesiriyle liseli olmak ve camiye gitmek bana garip gelmişti. Okul çıkışı Beylerbeyi Hamid-i Evvel Câmii'nin avlusuna girer girmez ilk şaşkınlığımı yaşadım. Çünkü ben câminin o güzel güllerinin rayihasının hissedildiği câmide ilk defa bir ikindi sonrası cemaatsiz namaz kılacağımı düşünüyordum. Halbuki caminin tarihî şadırvanında benim gibi liselilerin abdest aldıklarına şâhit oluyordum. Sanki cuma namazı gibi de kalabalıktı. Öbür taraftan, ben liseye başlamak üzereyken, "Bak artık liseli oluyorsun, köylülüğü bırak..." gibi telkinler verilmiş, modern genç olmam için pek çok şeyi terk edip çılgın gençler modasına uymam gerektiği söylenmişti... İşte bunlar da on beş-on yedi yaşlarında liseli gençlerdi ve üç-dört saf oluşturmuş namaz kılıyorlardı. Namazı öyle bir huşu ile kıldık ki tarif edemem. Daha önce ben saf düzeni içinde tadil-i erkâna son derece dikkatli ve haşyetle böyle namaz kıldıran birisini görmemiştim. Namaz bana o zamana kadar hiç bu denli ciddi bir mesele olarak gelmemişti... Namazın böyle güzel edâ edilmesinin tesiri, bana sadece öneminden bahsedilip geçilmesinden çok büyük geldi. Namazdan sonra yapılan sohbetin her cümlesi vicdanıma hitap ediyordu: "Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer meşru dâirede kalmazsanız; o gençlik zâyi olup, başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek..." deniliyor. İşte hayatımın tehlikeli virajından uçurumdan düşmemi engelleyen insanlardan birisi olan Adil hocayı tanımamdan bu zamana yirmi iki yıl geçti. Son ziyaretimde ise artık bizi daima hatırlattığı ölümün döşeğindeydi. Ben onun yüzüne baktığımda eski günleri hatırladım. Bir hayırlı iş için giderken büyükçe bir motorla yaptığı bir kaza neticesi üstü başı perişan olarak gördüğüm vaziyeti; lösemiye yakalanmış bir arkadaş için gösterdiği gayreti, Azerbaycan'a okullar açılması için gösterdiği çabayı; üst düzey yönetici olduğu müessesenin bahçesinde bizzat kendisinin elleriyle çöp toplarken, orada kendisini tanımayan birisinin elindeki boş plastik bardağı göstererek "Gel şunu al!" diye çağırması üzerine, tavırlarında hiçbir değişiklik olmadan gidip almasını... Ciddi bir beyin ameliyatı geçirmesine rağmen beni hemen tanıdı... Bana, "Dava adamı olanların koştururken öleceği söyleniyor ama, görüyorsun, aylardır yatarak ölümü bekliyorum." diyerek, benden, kendisinin yapması gereken ama hasta olduğu için yapamadığı bir hizmeti yapmamı istedi... Kendisini tanıyan herkesten helâllik isteyerek ağladı ve ekledi: "Hani âyetlerde, hadislerde geçen cennet tasvirleri var ya, anladığımızdan çok çok daha güzelmiş!.." Adil hocamız 40 senelik ömrü içine çok şeyleri sıkıştırdı. Ama bir senedir beyninde çıkan tümör sebebiyle tedâvi altındaydı, vefat etti. Allah rahmet etsin... Arkasında binlerce mahzun gönüller ve gözyaşı bıraktı...

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER