İnsanların
intihar veya katl (öldürme) manası taşıyacak şekilde kendi irade ve istekleri ile
trafik kazalarına sebebiyet vereceğine inanmak istemiyorum. İnanmıyorum demedim, diyemedim; çünkü öyle kazalarla karşı karşıya kalıyoruz ki sürücünün iyi niyetine inanmak mümkün değil.
Amel, sözü doğrulayan veya yanlışlayan somut bir olgu ise, işte bu somut olguda karşılaştığımız bazı kazalarda "kaza yapmak istemiyordum" niyet ve düşüncesini göremiyoruz. İkincisi; her amel gibi trafik kazalarında da hadisenin dinî, hukuki ve ahlaki yönleri vardır. Dinî yanı itibarıyla günahtır, mesuliyeti muciptir, ahirette
sorgu suale tabi tutulacaksınız der ve kişinin imanına, kalbine, aklına, vicdanına hitap ederiz ki önceki iki yazıda bunu yapmaya çalıştık. Hukuki yanı is
e devlet otoritesini alakadar eden kısımdır. Nitekim günümüzde tatbik olunan
ceza kanunu hükümleri, meydana gelen kazalardaki suç unsuru, ceza ehliyeti, suç oranı, iradi veya gayri iradi kusur, kasd, maddi zarar, ölen veya yaralanan kişi sayısı ve benzeri birçok unsur nazara alınarak belirlenmiştir.
İslam hukuku da eğer yaşayan ve yenilenen bir hukuk olsaydı bundan müstağni olmayacak, o da mevcut şartlara göre ana çerçeve ve esasları etrafında yeni içtihadi yaklaşımlarda bulunacaktı. Nitekim teorik manada bu ana esaslara göre hüküm budur diyen ferdi içtihadlar günümüzde yapılmaktadır. Devlet eliyle tatbiki olmayan bu hükümlerin "İslam insanında" caydırıcılık ekseninde tesiri oluyor mudur bilemiyorum. Mesela; çok aykırı bir örnek içinde "kazada yüzde yüz kusurlu
ölüme sebebiyet verme, kısası gerektirir veya kusurlu sürücü kişi katildir" veya "ölümüne sebebiyet verdiği kişi başına kan bedeli olarak 50 milyar vermesi gerekir" ya da "
kul hakkına
tecavüz etmiştir; ahirette helalleşme olmadığı müddetçe cennete gitmesi mümkün değildir" ve nihayet "yüzde 100 kusurlu olduğu için kazaya sebebiyet veren şu kişi intihar etmiştir ve cenazesine müntehir hükümleri uygulanır" desek bunlar
Müslüman vicdanda ne kadar tesir uyarır kestirmekte zorlanıyorum.
Klasik dönem fukahası İslam ceza hukukundaki hükümleri had, kısas ve tazir olmak üzere üç ana kategoriye ayırmıştır. Kaldı ki bu tasnif
modern hukuk sistemlerine göre fer'i hükümleri ayıran günümüzdeki birçok çalışmada aynen korunmuştur. Benim buradan anladığım, sözü edilen tasnifin, aradan geçen onca zamana, değişen ve gelişen şartlara rağmen hâlâ mevcut ihtiyaçlarımıza
cevap verecek bir kapsama sahip olduğudur. Ama bu demek değildir ki başka kategoriler
icat edilemez.
Hayır, ihtiyaç varsa tabii ki edilebilir. Fer'i hükümlerde içtihadın yapıldığı bir yerde, onların toplamına yapılacak tasnifte yenilemeye gitmek kadar tabii bir şey olamaz. Nitekim ceza hukukuna "ukubat" üst başlığını koyup kısaslar,
cinayetler,
yaralamalar, diyetler vb. başlıklara ayırarak inceleyen eski-yeni birçok fukaha vardır. Ya da suçları ve buna bağlı olarak cezaları
Allah hakkı, kul hakkı ve Allah ile kul hakkının birlikte bulunduğu karma haklar diye ayıran başka tasnifler de vardır. Fakat konumuz bu değil; konumuz fer'i hükümler, içtihadlar ve onların muhtevasıdır. Teorik manada ölüm veya yaralama ile sonuçlanan trafik kazaları klasik tasnifte kısas kategorisi içinde mütalaa edilir. Çünkü kısas misillemenin esas alındığı -ki kısas kelimesinin ifade ettiği ıstılahi mana zaten bu demek- öldürme ve yaralama davaları için kullanılan bir terimdir. Öldürme klasik fıkıhta beş alt başlık halinde incelenir; kasden (amden) öldürme, kasda benzer (şibh bi'l-amd) öldürme, hataen öldürme, hataya benzer şekilde öldürme ve ölüme sebebiyet verme (tesebbüben katl). Tahakkuk eden bir ölüm/öldürme hadisesi, vasıfları ile ele alınır ve uzun
müzakereler sonucu yukarıdaki sınıflardan hangisine girdiği bulunur. Bu ayırım çok önemlidir. Çünkü öldürmenin girdiği sınıfa göre maktulün velilerinin hakları değişir. Amme hukukuna dayanan noktalarda ise davaya
bakan hâkimin vereceği kısastan diyete, hapisten affa cezalar buna göre değişkenlik arz eder. Bu temel üzerine haftaya meseleyi noktalayalım..