Başbakan Erdoğan’a geçtiğimiz hafta yapılan saldırı ne ilkti, ne de son olacak... Başbakan 2002’den bu yana çok ciddi tehlikeler atlattı. Bazı saldırılar milim tesadüfler ile atlatıldı. Şunda şüphe yok, birileri Başbakan Erdoğan’ı ne yapıp edip öldürmek istiyor... Çünkü
Türkiye’nin içinden geçtiği büyük dönüşümü durdurmada ellerinde çok da fazla
araç kalmadı...
İktidarın ellerinden kayıp gittiğini düşünen bu mahfillere göre Erdoğan öldürülebilirse, Türkiye yeni yeni yerleştiği rotasından çıkarılabilir. Bu sayede bazıları yeniden eski ayrıcalıklı günlerine dönebilirler, bazıları yine sadece kendi mahkemelerinde yargılayabilirken,
ekonomik ve siyasi çetelerin
iktidarı da yeniden başlayabilir.
“Bir kişinin hayatı tüm Türkiye’nin dönüşümünde bu kadar mı önemli” diyebilirsiniz. Evet bu kadar önemli... Çünkü Erdoğan
sistemin tüm unsurlarının bir şekilde dayandığı kişi. Sanki en alttaki konserve kutusu gibi. Onu çektiğinizde reformlardan AK Parti’ye, oradan tüm siyasi dengelere tüm kutular devriliyor...
Menderes’de de böyle olmuştu,
Özal’da da... Her ikisinin ölümü de Türkiye’ye çok kıymetli yılları kaybettirdi.
Menderes’i neden öldürdüler?
Çok partli hayata geçince
Demokrat Parti,
CHP’yi siyasi, ekonomik, toplumsal, kısacası her alanda adeta ezdi geçti. Halkın ezici desteği DP’den yanaydı ve o günlerd
e devlet imkanlarıyla kendilerine ayrıcalıklı bir dünya yaratan
sivil-askeri
bürokraside bazıları, ‘devlet entellektüelleri’ ve ‘devlet işadamları’
demokrasi içinde kazanma şanslarının olmadığını anladılar. DP’nin reformları Türkiye’yi dönüştürürken bazı dar çevrelerin çıkarına dokunuyordu. Reformları sürükleyen ise Adnan Menderes’in karizması ve liderliğiydi. Bu nedenle ortadan kaldırılması gereken de bizzat oydu. 27
Mayıs Darbesi’nin asıl yapılma gerekçesi de bu oldu.
Menderes öldürülünce DP’yi sürükleyen hava dağıldı. Ülkeyi geleceğe taşıyacak olan ‘A Takımı’ öldürülerek, hapsedilerek ya da korkutularak dağıtıldı ve
ülke asıllar yerine müsveddelere kaldı. Menderes gitti ve onunla kıyaslanması dahi düşünülemeyecek olan Süleyman
Demirel ve benzeri isimler geldi. Aslına bakarsanız Demirel, CHP lideri İsmet İnönü’nün sağdaki izdüşümü gibiydi. Fakat sistem ona bile tahammül edemedi ve sık sık balans ayarlarları yapıldı.
Özal’ın ölümü 10 yıla maloldu
Menderes’in öldürülmesiyle Türkiye en az 25 yıl kaybetti. Siyasette yaşanan fetret devri sayesinde ülkeye ‘sorumsuz ama yetkileri sınırsızlar’, yani bürokratlar, devlet beslemesi medya,
Ankara korumasındaki işadamları ve
27 Mayıs’ın
icat ettiği devleti milletten koruyan bir tür yargı hakim oldu. Sivil irade
felç edilirken, iktidar adeta milletin elinden çalındı. 12 Eylül’den sonra yükselen
Turgut Özal ise kısa sürede Menderes’le kaybettiklerimizi yerine koymaya başladı. Bu dönüşümün birilerini rahatsız etmemesi düşünülemezdi. Ancak Özal’ı demokrasi içinde durdurmak mümkün değildi. ‘Özal fikirleri’nin seçimlerde yenilmesi mümkün görülmüyordu. Bu nedenle bir yandan partisi içten fethedilmeye çalışıldı, diğer taraftan Özal’ın bedenini ortadan kaldıracak planlar devreye sokuldu. Bu planların bazısı uygulandı da. Özal kendi partisinin kongresinde (1988) herkese ibret olsun, o da ayağını denk alsın diye vuruldu.
Kurşun birkaç santim yana kaysaydı Özal o gün de ölebilirdi.
Özal 1993’de
şüpheli bir ölümle hayata
veda etti. Onun ölümüyle Türkiye’nin adeta kimyası bozuldu ve yine
siyaset ‘B takımı’na kaldı. Yaşanan 10 yıllık fetret devri sayesinde iktidar güçlerine fiilen el koyan bürokrasi ise utanç verici pekçok
insan hakları ihlallerine ve yeni bir darbeye
imza attı. Şimdi ise
hedefte Erdoğan var... Bakalım bu kez başarılı olabilecekler mi?