Eski
Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un başkanlığını yaptığı
Atatürkçü Düşünce Derneği'nin düzenlediği
Cumhuriyet mitinglerinin hedefi Batı kamuoyu idi. Mesajın özü şuydu: "
AK Parti iktidarı,
Türkiye'yi hızla İran'a dönüştürüyor.
Çağdaşlık ve
laiklik tehlikede. Bu Batı için de sakıncalı." Yeni cumhurbaşkanının kim olacağının tartışıldığı o günlerde mitinglerin pratik amacı Çankaya'ya AK Partili birinin çıkmasını önlemekti. Ayrıca
darbe planlarına Washington'dan ve
Avrupa'dan onay alamayanlar, laiklik ve çağdaşlığın tehlikede olduğu
propagandasıyla Batı'da AK Parti'ye bakışı değiştirmek istiyorlardı.
Aynı odaklar,
Ergenekon davasına karşı da aynı
kampanyayı yürüterek, "Ergenekon diye bir şey yok. Bu, AKP'nin muhalefeti susturma projesi" mesajını yaymaya başladı. Her iki kampanya da başarısız oldu. Çünkü
Türk bayrağı ve Atatürk portreleriyle meydanları dolduran kalabalıkları gören Batılı
gazeteciler, araştırmacılar,
sivil toplum örgütleri, AB ve diğer uluslararası örgütlerin temsilcileri Türkiye'ye gelip gerçekte ne olduğunu araştırdı. Vardıkları sonuç, iddiaların yanlış olduğuydu. AK Parti, Cumhuriyet hükümetleri arasında
AB süreci için en çok reform yapan hükümetti. Delil ortadaydı. Türkiye,
Kopenhag Kriterleri'ni tamamlayarak bu dönemde müzakereye başlamıştı. Böyle bir hükümeti, Türkiye'yi İranlaştırmakla suçlamak iyi niyetli görülmedi.
Benzer şekilde, Ergenekon aleyhine yapılan kampanya da akim kaldı. Çünkü iddiaya yakından bakanlar, davanın ciddi
deliller içerdiğini gördü.
Susurluk sürecinde gündeme gelip dokunulamayan; Orhan Pamuk'tan Hrant Dink'e birçok önemli şahsiyeti tehdit eden isimler
Ergenekon sanıkları arasında yer alıyordu. Davanın başlamasından sonra faili meçhuller, anti-demokratik tehdit ve provokasyonlar kesilmişti. Nitekim AB İlerleme Raporları'nda
Ergenekon davası için '
demokrasi için önemli bir fırsat' deniyordu. Ancak Brüksel'de önceki gün farklı konum ve siyasi görüşlere sahip AB yetkilileriyle yaptığım görüşmeler ve dün Avrupa Komisyonu'nun girişimiyle düzenlenen "Batı
Balkanlar ve Türkiye'de
Basın Özgürlüğü" başlıklı konferansta konuşulanlar, daha önce akim kalan çalışmaların bu kez başarıya ulaştığını gösteriyordu.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Buzek, Genişleme Komiseri Füle gibi önemli isimlerin açılışını yaptığı konferansın başlığında Batı Balkanlar geçse de benzer birçok toplantıda olduğu gibi asıl Türkiye konuşuldu. Konuşmacılar içinde bir Türk akademisyen vardı; o da Türkiye'nin 'baldız', 'etek' gibi kelimeleri bile internette nasıl yasakladığını anlattı. AB yetkililerinin yanı sıra
AGİT,
Sınır Tanımayan
Gazeteciler, Avrupa Gazeteciler Federasyonu ve diğer
ülkelerden gelen gazetecilerin hepsi Türkiye'nin demokrasi karnesi hakkında, büyük kısmı tek yanlı ve bütünlüğünden koparılmış şekilde çok ağır sözler söyledi. O kadar ki, hükümet yanlısı denilen Zaman,
Star,
Sabah gibi gazeteler aleyhine açılan davalar bile AK Parti iktidarının
özgürlük karşıtlığının delili olarak sunuldu. Propaganda o kadar güçlü ki, bu tuhaflığı hatırlattığımız birçok insan ilk kez bunu duyuyordu.
Ancak ilk bakışta bütün bu iddiaları doğrulayan delil de eksik değildi. YouTube aylarca kapalı kalmıştı.
Ahmet Şık ve Nedim Şener'le beraber birçok gazeteci hapisteydi. Kars'ta insanlık heykeli yıkılıyordu.
İnternete filtre konuyordu. Freedom House'un özgürlük listesinde Türkiye 138. sırada geliyordu. Türkiye; Çin,
Rusya, Suudi
Arabistan gibi ülkeler kategorisinde anılıyordu.
Tablo o kadar kötüydü ki, Türkiye'de yaşananları dinleyen
Arnavutluk Medya Enstitüsü Direktörü Remzi Lani, "Halimize şükredelim. Biz iyi durumdayız. Hiç değilse hapiste gazetecimiz yok." dedi.
Halbuki Medya Derneği'nden Bianet'e, Gazeteciler Cemiyeti'nden Gazeteciler Sendikası'na Türkiye'den katılan birçok kurum hapisteki gazeteci sayısında bile hemfikir değildi. İnsan hakları kuruluşu Bianet 6 gazeteci derken,
sendika 67 diyordu. Adalet Bakanlığı'nın rakamı ise 26 idi.
Derin devletle ilk kez yüzleşmeye başladığını düşündüğümüz; demokrasi mücadelesiyle bölgemizde
model olarak görülen; faili meçhullerin aydınlatılmaya çalışıldığı;
Kürt-
Alevi gibi tabu meselelerin ilk kez bu açılıkta tartışıldığı Türkiye'den sanki darbe olmuş ve demokrasi askıya alınmış gibi söz ediliyordu. Sanki Türkiye, Uğur Mumcu'nun,
Taner Kışlalı'nın, Abdi İpekçi'nin öldürüldüğü, gazete binalarının uçurulduğu, demokrasinin defalarca askıya alındığı ülke değildi. Sanki bütün kötülüklerin kaynağı AK Parti iktidarıydı. Bu tablo, yapılan yanlışların, internet filtrelemede olduğu gibi
iletişim başarısızlığının ve AK Parti antipatisinin sonucu mu, yoksa daha büyük uluslararası bir propaganda makinesinin ürünü mü bilmek zor. Ama bunu görmezden gelmenin anlamı yok. Bu kez başarmışlar. Türkiye'nin dünyadaki imajı ve demokrasinin geleceğine kafa yoran herkesin üzerine ciddi ciddi düşünmesi gereken bir durum.