Dün sabahın ilk saatlerinden yazı saatime kadar “internet
yasakları” günün tüm diğer konularına fark atmakla kalmadı, ayrıca bir an bile yakamı bırakmadı.
Sabah yolda dinlediğim “Almanya’nın Sesi Radyosu”nda konuya “başlangıç” yaptım...
“
Türkiye’de 7 bin
siteye erişimin yasaklı olduğunu”, Türkiye’de internete yönelik
sansür ve yasaklamaların
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü tarafından “traji-
komik” olarak nitelendiğini orada öğrendim…
Sonra, “yeni filtreleme” sistemi, Danıştay’a açılan
dava ve
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu Başkanı Tayfun Acarer’in,
İnternetin Güvenli Kullanımı Yönetmeliği kapsamında öngörülen düzenlemenin çarpıtıldığını belirterek, standart pakette herhangi bir değişiklik olmayacağını ifade ettiği ve tepkileri siyasi olarak değerlendirdiği açıklaması falan derken…
İşin freni koptu…
* * *
AK Parti hükümeti, özellikle iktidarının ilk üç yılında “yasakları yasaklayan” kararlara
imza attı; daha sonra da bu eğilim ilk baştaki kadar etkili olmasa da zaman aralıklarıyla sürdü.
Son zamanlarda ise “yasakçılık” anlayışının devreye girdiğini görüyoruz…
Bu büyük bir
tehlike, çünkü AK Parti’nin en önemli özelliği “yasağa karşı
özgürlükçü” olmasıydı…
Sanıyorum dün sokağın gündemini belirleyen internet konusu da bu ayrışma açısından
tartışma yaratıyor ve gittikçe büyüyor…
* * *
“Yasakçılık mı, özgürlükçülük mü” ikilemi açısından
Emin Çapa’nın sıraladığı sorular mevcut uygulamaya nasıl bakıldığını anlatmakla kalmıyor, nelere
cevap vermek gerektiğini de berraklaştırıyor:
“Bir kere bu meseleyi ‘internete yasak’ diye hafifletmeyelim. Bu açık ve net bir şekilde ‘sansür’dür.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Çin ve
İran gibi interneti disipline almak, insanlara sağladığı ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmak istiyor. Burada bahsi geçen şey, birkaç bin siteyi yasaklamak, ya da bazı kelimeleri yasaklamak değil. Bayağı bildiğiniz sansür yoluyla interneti
kontrol altına almak istiyorlar.
Bu olay sadece bir sansür olayı değil, aynı zamanda bir
fişleme olayı. Çünkü devlet hepimizin IP numaraları üzerinden, ne zaman hangi siteye girdiğimizi sıkı sıkıya takip edecek.
Sansürcüler, bugüne kadar bilerek iki şeyi birbiriyle karıştırdılar ki halkın büyük kesimi tepki göstermesin. Yani çocukların müstehcenlikten korunması ile çocuk pornosu sanki aynı şeymiş gibi davrandılar. Hâlbuki çocuk pornosu internete ve hatta pornoya en geniş özgürlükleri sağlayan
ülkelerde bile ağır bir suçtur ve öyle de olmalıdır. Ama çocukların müstehcen sitelerden korunması olayı temelde ailelerin sorumluluğunda olan bir şeydir. Devlet bu konuda yol gösterici, destekleyici olabilir.
Çocukları bahane ederek, porno sitelerin yasaklanması ise sansürdür. Hepinize Larry Flynt olayını hatırlatırım. ABD
Anayasa Mahkemesi, ‘pornonun da özgürlükler kapsamında’ değerlendirilmesi gerektiğine karar verdi. Yani çocukları koruma bahanesiyle yetişkin insanların ne seyredip ne seyretmeyeceğin
e devlet karar veremez. Çünkü bugün bize ‘şu site müstehcen, kamu ahlakına aykırı’ diyen, yarın ‘şu site siyasi yasaklı’, daha sonraki gün ‘bu site devletin yüce menfaatlerine aykırı’ demeye başlar. Zaten sonunda gittiğimiz yer de korkarım ki orası.
Herkes tarafını seçmek zorunda. ‘DNS, proxy ayarlarıyla yasakları aşarım, öyleyse tepki koymama gerek yok’ diye internete özgürlük mücadelesine katılmayan, aşırı zeki arkadaşlar da, ya yasaklara razı olacak, ya da mücadeleye katılacaklar.
En çok takıldığım konulardan bir tanesi de BTK başkanı Sayın Acarer’in şu açıklaması: ‘Türkiye
internet özgürlüğü konusunda sorunu olan bir ülke değildir. Bu konuda açıklanan uluslararası raporlara katılmıyorum’. İşte olay budur. Zaten
Pekin yönetimi de Çin’in internet özgürlüğü konusunda bir sorunu olduğunu kabul etmiyor.
Tahran da sansürcülüğüyle ilgili uluslararası raporlara katılmıyor.”
* * *
Dün gördüğüm kadarıyla yukarıdaki sorulara
sokak cevap bekliyor, ama asıl cevaplanması gereken “yasakçılık ile özgürlükçülük” arasındaki çelişki…