Kışlada siyaset


Hafta içinde internet sitelerine düşen bir 'seminer' bu ülkenin hâlâ nasıl büyük problemlerle boğuştuğunu gözler önüne serdi. Albay Engin Kabadaş (garnizon komutanı) olduğu iddia edilen biri, subay eşlerini karşısına almış, siyaset üzerine nutuklar atıyor. Üstelik konuşmasından anlıyoruz ki, bu icraatı üstlerinin emri, izni ve teşvikiyle yapıyor. Dahası, bilinçlendirmeyi amaçlayan (!) bu faaliyet, belli bir plan dâhilinde defalarca icra ediliyor. Peki, ne diyor Albay? Ne demiyor ki! Bu ülkenin başbakanı, cumhurbaşkanı, bakanları hakkında kahvehane köşelerinde bile söylenmeyecek sözler sarf ediyor. Karalama propagandasına Başbakan Erdoğan ve Abdullah Gül'ün aile fertlerini de karıştırıyor. Bülent Arınç'ı unutmuyor komutan; ona da veryansın ediyor. Hal böyle olunca karşımıza Hasan Cemal'in tabiriyle 'asker sorunu' çıkıyor yeniden... Subay eşlerine siyasetin en pespaye derecesinden hitap eden garnizon komutanı, bir ara hızını alamayarak halka da demediğini bırakmıyor. Güya önce bu halkın cehaletini ispat edici görsel sunumlar sergiliyor; ardından da bu insanların verdiği oyların ne kadar yanlış ve tehlikeli sonuçlar doğurduğunu ispat (!) ediyor. Yani? Halk cahil, cumhurbaşkanı ve başbakan bu ülkeye hizmet etmedikleri gibi zararlı bir yolda yürüyor. Hedef AKP, halk, seçim, sandık... Seminerci komutan, bilgi hazinesini (!) cömertçe paylaşmaktan yeterince tatmin olmamış ki komutanlarının izniyle çıktığı yolda asıl amacını da söyleyiveriyor. Özetlemek gerekirse demek istiyor ki: 'Sakın AKP'ye oy vermeyin.' Komutan bu isteğin gerçekleşmesi için bazı hesaplar bile yapmış. Subay, astsubay ve yakınlarını hesaplıyor ve bu kaba hesaptan oy planlaması yapıyor. Bütün bu manzara, askerin siyasetle iç içe olmasını ispat etmiyor mu? Asker kışladan çıkıyor, seçim meydanına iniyor, kimin nereye oy verme(me)si gerektiğini emir komuta zinciri içinde dikte ettiriyor. Bunları yaparken başkomutan sıfatı taşıyan Abdullah Gül'e demedik laf bırakmıyor. Halkın seçtiği Başbakan'a en ağır ithamlarda bulunuyor vs. Hakkı var mı bu ölçüsüz lafları söylemeye? Tabii ki hayır. TSK'nın en başındaki kişi hakkında, (komutan bilgi ve ilgisi dâhilinde) bir albay tarafından alenen, üstelik bu kadar kötü bir üslupla, böyle laflar edilebilir mi? Neyse ki TSK, yaptığı bir açıklamayla internete düşen o konuşma hakkında hukuki süreci başlattığını ifade etti. Doğru bir karar. Bir garnizon komutanının o pervasız konuşmalarına hangi üst rütbeli subay(lar)ın izin verdiği ortaya çıkarılmalı. Daha önemlisi de şu: Bu güzel millet askerini sever ancak onu kışlasında ister. Haklıdır da! Tarih boyunca asker ne zaman kışlasından çıkıp siyasete bulaşmışsa hem kendini mahvetmiştir hem ülkesini. Genelkurmay Başkanlığı'nın soruşturma başlatması yerinde bir karar ancak asıl önemli olan, ordumuzun zihni değişimi sürecini tamamlayarak demokratik ülkelerdeki gibi asli görevine odaklanmasıdır. İşte o zaman gönüllerdeki ulvi yerini alacak ve tarih huzurunda alkışlanacaktır. Darbecilik ve cuntacılık, geçen asrın zifiri karanlığında boğulup gitmiştir. Cunta yoluyla iktidara gelen ve diktatöryasını şiddet üzerine kuran Ortadoğu ülkelerinin yaşadığı büyük sarsıntı, darbeciliğin hazin akıbetini bir daha tescilliyor. Halk iradesi olmadan bir ülkeyi yönetmek artık mümkün değil! O iradenin üzerine silahın gölgesi düştüğü an, modern dünya ile aynı atmosferde soluk alıp vermek imkânsız. Sadece uluslararası dengeler demokrasiyi kaçınılmaz kılmıyor; ülkenin kendi gerçekleri de darbeye giden bütün yolları tıkıyor. Vatandaşlık şuuru, silahların antidemokratik taleplerini şiddetle reddediyor. Kurmay kadronun bu gerçeği görmemesi çok vahim sonuçlar doğurabilir. Keşke siyaset ve medya dünyası da bazı askerlerdeki siyaset merakının ne kadar yanlış olduğunu ve maalesef hâlâ bu müzmin hastalığın nüksettiğini görebilseydi. Belki o zaman köklü bir zihniyet değişimi yaşanırdı... Bir kişiyi kollamak için herkese sıra dayağı Geçenlerde birinci sayfa editörlerimizden Musa Çakmak, güzel bir benzetme yaptı: CHP lideri Kılıçdaroğlu'nu korumak için bazıları herkesi sıra dayağından geçiriyorlar. Kendine merkez medya diyen bir kesim, Kemal Bey'in ağzından çıkan bu ifadelere önce aldırış etmedi. Sayfalarında yeterince yer ayırmadı. Ardından da 'Siyasette üslup' başlığı altında meseleyi her yana çekip herkesi işin içine katarak Kılıçdaroğlu'nun yanlışı üzerinden herkese yüklenildi. Kemal Bey'in yaptığı yanlış için Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Süleyman Demirel ve Recep Tayyip Erdoğan'ın üslubuna da giydirmelerde bulunuldu. Sanki ortada bir küfür yokmuş gibi! Siyasette üslup eleştirisi yapıyor gibi görünerek, Kemal Bey'in ettiği küfür (hiç olmazsa sürç-i lisan) göz ardı ediliyor. Herkes bir çuvala sokuşturularak, meselenin üstü kapatılıyor. CNN Türk'teki bir programda Kılıçdaroğlu'nun açıklamasının tatmin edici olup olmadığı soruluyor ve katılımcılar "Tatmin olmadık." cevabını veriyorlar. Tabii bu, gazetelere yansımadığı için bazı kesimler de konuya dâhil olmak istemiyor. Hatırlayınız, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Erdal İnönü'ye hitaben 'küçük Turgut' lafını söylediğinde gazeteciler kendisine ısrarla bu konuyu sordu. Sonrasında Turgut Bey, "Halt ettim" diyerek özür beyan etti. Kemal Bey'in de yapacağı buydu. "Öyle demek istemedim, ancak öyle anlaşıldıysa bütün annelerden özür diliyorum" deyip halkın gönlünü kazanacağına "Ana... a..." lafını, "Ayağını denk al, diyecektim" ile telif etmeye çalıştı. Yaptığı yanlış için özür dilemediğinden, sürekli hata yapmaya devam ediyor. Keşke, genetik yapılarıyla CHP'ye bağlı medya da bunu görebilseydi ve bu mesele hem CHP'nin hem de onların kâr hanesine yazılsaydı. Siyasette üslup bozulunca Seçim yaklaştıkça sokaklar ısınıyor. Normal. Sandıktan çıkacak sonuç hem ülkenin geleceğini etkileyecek hem partilerin. Ne var ki demokratik yarışın bazen tadı kaçıyor, üslup bozuluyor, nezaket kuralları yerle bir oluyor. Hâlbuki her siyaset adamı meydanlara çıkıp projesini anlatmalı, icraatlarını dile getirmeli, iktidara geldiği takdirde yapacağı işleri halka izah etmeli. Teoride şu yukarıda söylediğim sözlere hayır diyecek siyasetçi yoktur sanırım. Ancak ne hikmetse seçim meydanlarında hiç de hoş olmayan laflar ediliyor. Acaba diyorum bire bir tanıdığımızda fevkalade nazik bulduğumuz bazı siyasiler meydanların yol açtığı pohpohlama sonrasında mı bu kadar keskin ve kırıcı konuşuyor? Mesela CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. Birkaç defa yüz yüze görüştüm; hem bende, hem görüşmeye katılan arkadaşlarımda pozitif bir izlenim bıraktı. Bu durum gazetemize de yansıdı. Hem birinci sayfadan hem iç sayfadan, o olumlu havayı okurlarımızla paylaştık. Son günlerde söyledikleri ile bizim tanıdığımız Kemal Bey arasındaki mesafe açılıyor. Mesela Başbakan'a seslenirken "Benim adımı yolsuzlukla anarsan ana... a... Neyse gerisini söylemeyim." diyor. Gazeteciler "Cümlenizi tamamlasaydınız ne diyecektiniz?" diye sorunca "Daha ağır bir şey diyecektim." diyor. Yakıştı mı? Bir de bunu eleştirenler hakkında ileri geri konuşmaz mı? Nereye gitti Kemal Bey? Haydi diyelim ki Zonguldak'ta dil sürçmesi oldu; ya ondan sonra söylediği laflara ne demeli? Adamlar şehvetle 'Bir daha! Bir daha!' deyip yine ana ile başlayıp bitiremediği lafa gönderme yaptığında o gülümsemeler ne anlama geliyor? Başbakan'a 'angus' diye bağıranlara 'arkadaşlar, siyaset nezaket işidir' diyeceğine 'Siz angusun kim olduğunu biliyorsunuz.' demesi, nezaket kurallarına uyar mı? Ya hergele lafı? Daha saymaya gerek var mı? Siyasette kalıcı olmak için sadece medyatik imaj üretmek yetmez; herkesin gönlünde iz bırakmak gerekir. Küfrederek, hakarete göz yumarak; sonra da yapılan eleştiriler karşısında hiçbir şey yapmamış gibi afralar tafralar yapmak, milletin vicdanında hoş bir 'seda' bırakmaz. Yakın siyaset tarihimiz, bunun canlı örneklerini yeterince sergiliyor; hiç olmazsa onlardan ders çıkarmak gerekir...

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER