Size öğretilenlerle yaşadığınız gerçekler arasında, taban tabana zıtlıkları görmeye başladığınız yaş kaçtır bilmiyorum.
Ama insan aklı ve ruhu çelişki kaldırmaz. Bu nedenle ya dine ya da bilime başvurarak bu çelişkili durumları aşmaya çalışıyor. Yani işimiz hiç kolay değil.
Şaşırtıcı çelişkilere alışmak da kolay olmuyor çünkü
akıl, verili kategorilere göre muhakeme yapıyor. Bu kategoriler de öğrenilerek ediniliyor. Örneğin halkımızın büyük çoğunluğu yaşadığı kentlerin adlarının nereden geldiğini bilmeden kuşaklar boyu orada yaşıyorlar. Bunların çoğu, ezelden beri sadece bizim (yani
Sünni Müslüman, Türkler'in) yaşadığına inandığımız bu vatanda bizim vermediğimiz isimler. Olsun. Ama geçenlerde bir
Ermeni er, (Sevag
Şahin Balıkçı) "
kaza" olduğu iddia edilen
kurşunlama sonucunda "şehit" ilan edildi. Çoğumuz bir gayri Müslüman'ın da şehit olabileceğini bu vesile ile öğrendik.
Asker üniforması giydiği için mi şehit kabul edildi bilmiyorum. Ben "şahadet"in sadece Müslümanlar için bir cihat farizasında mümkün olacağını sanıyordum. Al sana çözümlenmesi gereken bir çelişki...
Bir
gazete (
Radikal, 20
Nisan, s. 19),
Diyarbakır Hapishanesi anılarını derlemiş. Onlar arasında biri aynen şöyle: "Aslen Ermeni, Garabet Demircioğlu (şu an Fransa'da) arkadaşımız vardı.
Partizan davasından içerideydi. Maşallahlı
sünnet elbisesi giydirerek, törenle sünnet ettirdiler, ismini de Ahmet olarak değiştirdiler." İmdiii: Bu ülkede (kendi ana-ata vatanında) bir yurttaş doğduğunda taşıdığı adı taşıyamaz mı? Taşımasına izin verilmiyorsa bu TC Anayasası ve insan haklarıyla çelişmiyor mu? Kendini hep laikliğin yavuz savunucusu olarak sunan ve adı geçen hapishaneyi yöneten TSK'nın din değiştirme işlemi, yani bir tür misyonerlik üstlenmesi, onun kurumsal kimliği ve tarihi misyonu ile çelişmiyor mu? Ben bu işi çözemedim. Tam bu karışık duygular içindeyken bir dost aşağıdaki çelişkili atasözlerini gönderdi, kafam iyice karıştı.
Onun da karışmış ki soruyor: "Acaba farklı atalarımız mı vardı yoksa onların da kafası mı karışıktı?" Sonra kabalaşıyor ve ekliyor: "Bu kafa karışıklığı ile bir
toplum sanat, bilim ve teknolojide ilerleyebilir mi? Cesaret bulsa, sanat diye ya ucube yapar ya da ucube diye sanat eseri yıkar." Ama biliyor ki bundan hoşlanmayacağım, orada duruyor ve çelişkili atasözlerini sıralıyor:
Damlaya damlaya göl olur/Taşıma suyla değirmen dönmez
İyi insan lafın üstüne gelir/İti an çomağı hazırla
Bir elin nesi var iki elin sesi var/Nerede çokluk orda bokluk
Fazla mal göz çıkarmaz/Azıcık aşım ağrısız başım
Kervan yolda düzelir/Balık baştan kokar
Söz gümüşse sükut
altındır/Sükût ikrardan gelir
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur/İki çıplak bir hamama yakışır
Bülbülün çektiği dili belası/Bilmemek ayıp değil sormamak ayıp
Eşeğe altın semer vursan da
eşek yine eşektir/Ye kürküm ye
Eğri otur doğru söyle/Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar
Düşenin dostu olmaz/Dost kara günde belli olur
Birlikten kuvvet doğar/Körler sağırlar birbirlerini ağırlar
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır/Lafla
peynir gemisi yürümez
Gün ola harman ola/Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol/Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma
İyilik yap denize at/Merhametten maraz doğar
Akıl akıldan üstündür/Aklın yolu birdir
Acı patlıcanı kırağı çalmaz/Yaşın yanında kuru da yanar
Öfke baldan
tatlıdır/Öfke ile kalkan zararla oturur
İşleyen
demir ışıldar/İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur
İnsanın kıymetini insan bilir/İnsanoğlu çiğ süt emmiş
Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al/Beş parmağın beşi birbirine benzemez
Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz/İş olacağına varır
Eski dost düşman olmaz/Güvenme dostuna saman doldurur postuna
Harama el uzatılmaz/Üzümü ye bağını sorma.
Bunları okuyunca densizin beni bile düşündürdüğünü söyleyebilirim. Siz ne dersiniz?