Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan 27
Nisan'da
İstanbul Boğazı'na bir kardeş geleceğini müjdeleyince ortalık karıştı.
Mimar ve mühendisler, sabahlara kadar televizyonlarda konuşuyor, siyasetçiler tutarlı tutarsız görüşler beyan ediyor, Silivri'deki
arsa fiyatlarının daha şimdiden ikiye katlandığı haberleri basını günlerdir meşgul ediyor. Bu arada tarih yazarlarına epeyce malzeme çıktığını görüyoruz.
Tarihî sürece birazdan geleceğim. Ancak dikkatimi çeken iki hususa değinmeden geçmek istemiyorum.
Başbakan, açıklamayı neden
27 Nisan tarihinde yaptı?
İlk akla gelen sebep, 27 Nisan muhtırasının yıldönümünde yapıldı, çünkü
darbecilere bir
mesaj vermek istedi. Olabilir. Ancak benim bildiğim başka bir gerekçe var: Başbakan, 27 Nisan'da darbe heveslilerine düz bir
cevap vermekle kalmadı, aynı zamanda onların tarihteki atalarına da bir cevap vermiş oldu.
Siz bunu merak ededurun, ben kanalların tarihine bir yolculuğa çıkaracağım sizi. Cevap, yazının sonunda...
Osmanlı Devleti'nde tabii ki çok sayıda 'çılgın' projeye
imza atılmıştı. Bunların bir kısmı gerçekleşti, diğerleriyse arşivlerde ve kitaplarda kaldı.
Mimar
Sinan'ın, Kanuni'nin emriyle İstanbul'a su getirmek üzere dağları kazdırması, vadilere su kemerleri yaptırması, bunlardan sadece biridir. Mağlova Kemeri'ni incelemek bile bu büyük projenin kapsamı hakkında fikir verebilir.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden bir belgede
Sapanca Gölü ile
Sakarya nehrinin bir kanalla nasıl birleştirileceği böyle resmedilmiş. (Yedikıta,
Şubat 2010).
Bir başkası, Don ve Volga nehirlerinin birleştirilerek
Hazar Denizi'ne kadar kuzeyde bir su duvarı oluşturma projesidir. Buna Sokollu Mehmed Paşa zamanında başlanmış ama
Kırım Hanı'nın istememesi üzerine yarım kalmıştır. (Halil İnalcık'ın konuyla ilgili ünlü makalesini kendi sitesinden okuyabilirsiniz.)
Bir Osmanlı maden müdürü
Ahmed Bey'in Abdülmecid döneminde hazırladığı Kızılırmak'ı bir su yolu haline getirme, II. Selim döneminde Süveyş
Kanalı'nın açılması için başlatılan çalışmalar, II.
Abdülhamid döneminde hazırlanan
Konya ovasını sulama projesi ki, 1913'te bitirilmiştir. Yine Abdülhamid döneminde hazırlanan Boğaz'a
köprü ve
tüp geçit projeleri, keza
Bursa ovasında
bataklık yapan
Nilüfer nehri suyunun 50 milyon liralık yatırımla İstanbul'a taşınması gibi projeler sayılamayacak kadar çoktur.
Ancak Osmanlı döneminde şimdikinin tersine, bu defa
Anadolu yakasını bir ada haline getirecek olan
Marmara Denizi'ni önce Sapanca Gölü'ne, sonra da Sakarya Nehri üzerinden
Karadeniz'e
bağlama çabası, Kanuni'den Abdülaziz'e kadar 300 yıl boyunca ısrarla takip edilmesi bakımından bir istisna teşkil eder.
İlginçtir ama konunun bir de Osmanlı öncesi boyutu vardır. Osmanlı'yı yücelteceğiz diye Romalıların hakkını da yememek lazım. Marmara'yı Karadeniz'e bağlama çabası Osmanlı'yla başlamaz, bundan neredeyse 2 bin yıl öncesine uzanır.
F. G. Moore adlı arkeoloji tarihçisinin "Roma ve
Bizans döneminde üç kanal projesi" adlı makalesinden öğrendiğimize göre, birincisi bundan 1.900 yıl, ikincisi ise 1.500 yıl önce düşünülmüş iki proje söz konusu. İlki, Bitinya valisi Genç Plinius'un İmparator Trajanius'a
teklif ettiği Sapanca (Sophon) Gölü'nü
İzmit Körfezi'ne akıtma projesidir. Özellikle gemi yapımında kullanılan
kereste ve kuzeydeki zengin
mermer yataklarındaki mermerlerin İstanbul'a taşınmasında bu su yolu büyük kolaylık sağlayacaktı. Ancak gölün denizden yüksekte bulunduğunun tespit edilmesi bu projeden vazgeçilmesine sebep olmuştu. Yapılırsa göl denize akacak ve kuruyacak, böylece amaç ortadan kalkacaktı.
Aynı makaleden Ayasofya'yı yaptıran Justinianus (Jüstinyen) zamanında bu defa daha heyecan verici olan Marmara'yı Karadeniz'e bağlayacak şema hazırlandı. Buna göre Sakarya Nehri Karadeniz yerine Sapanca Gölü'ne akıtılacak, göl de Körfez'e bağlanınca Karadeniz'le
Marmara Denizi birleştirilmiş olacaktı. İnşa çalışmalarına başlandığını bildiğimiz bu projeden bugün sadece bir Roma köprüsü ayaktadır.
Osmanlı dönemine gelince, ilk olarak Kanuni'nin Sapanca Gölü ile
İzmit Körfezi'ni birleştirmeyi düşündüğünü biliyoruz. İ.H. Uzunçarşılı 1940'ta "Belleten"de çıkan yazısında
Mimar Sinan ve Kerez Nikola'nın kazı sahasında çalışmalar yaptıklarını, ancak savaş çıkması üzerine projenin durdurulduğunu yazar. Ancak bu fikir, sonradan Sakarya Nehri'nin de devreye sokulmasıyla bir Marmara-Karadeniz kanal projesine dönüşmüş ve bu haliyle 3. Murad zamanında (1591) yeniden gündeme gelmişti. Bu proje, bugünkünün tersine, Anadolu yakasını İzmit Körfezi ve Sakarya Nehri'nden itibaren keserek bir ada haline getiriyordu.
Bundan sonra Sinan Paşa'nın bu işle uğraştığını biliyoruz ama "Yaptırmayız" diyen muhalefetin dedikleri olmuş ve sonunda vazgeçilmiştir. Keza
Avcı Mehmed, I.
Mahmud, III. Mustafa, II. Mahmud ve Abdülmecid dönemlerinde de aynı proje ele alınmış ama benzer nedenlerle vazgeçilmişti. Son olarak da Abdülaziz döneminde Ali Rıza Bey adlı bir mimar ve mühendis tarafından ciddi çalışmalar yapıldığı, diğer iki mühendis tarafından da Sakarya nehri hakkında genişçe bir
rapor hazırlandığını biliyoruz.
Osmanlı Devleti, tıpkı Roma gibi Kara-deniz'e İzmit Körfezi-Sapanca Gölü ve Sakarya nehri üzerinden çıkmayı planlamış, böylece şimdi
Avrupa yakasında oluşacak "ada"yı Anadolu yakasında gerçekleştirmeyi düşünmüştü.
Gördüğünüz gibi, tarih boyunca Marmara'dan Karadeniz'e yeni bir
boğaz açma çalışmaları hiç durmamış. Umarız bu sefer başarıya ulaşır.
Şimdi başta yarım bıraktığımız noktaya geri dönelim. Başbakan bu 'çılgın proje'yi neden 27 Nisan günü açıkladı? Benim değerlendirmem şöyle: 27 Nisan, II. Abdülhamid'in tahttan indirildiği gündür. Dolayısıyla Başbakan, projesini tam da o gün açıklayacağını ilan ederek Sultan Abdülhamid'i kucakladığını ve onun şahsında büyük Osmanlı vizyonunu sahiplendiğini göstermek istemiştir. Nitekim muhtıranın da 27 Nisan'da verilmesinin Abdülhamid'le tersinden bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Cevap, "cuk" diye oturmuştur.
Ayrıca Başbakan Erdoğan'ın konuşmasındaki 'Biz atalarımızın düşündüklerini gerçekleştiriyoruz' vurgusu bence çok yerindeydi. Cumhuriyet'in başından beri söylenegelen "Biz Osmanlı'dan koptuk, artık yeni bir devletiz" tezine açık bir meydan
okuma var burada. Başbakan'ın sık sık dile getirdiği "Yüz yıllık hasret bitiyor" sözleri "Osmanlı geri geliyor"un bir başka söylenişidir bence.
Açıklama tarihi olarak 27 Nisan'ın seçimi ve "Yüz yıllık hasret bitiyor" sözünü yan yana getirdiğinizde, asıl çılgın projenin Osmanlı'yı geri getirmek olduğunu söylemek çok mu aceleci bir yorum olur dersiniz?