Batı'da
demokrasiler ideolojik ve kimliksel grupların çatışmalarının içinden doğdu. Böylece herkes diğerlerinin ne istediğini, olayları nasıl algıladığını öğrendi, birbirini tanıdı ve organik bütünlüğü olan
toplumlar da bu şekilde ortaya çıktı.
Diğer bir deyişle demokrasinin yerleşme süreçleri aynı zamanda toplum olma dinamiğini ifade etti. Türkiye'de ise amaç milletleşme olduğu ölçüde ne toplum ne de demokrasi oluştu. Farklı kesimler birbirini tanımadan onyıllarca aynı 'milletin' parçası olarak yaşadılar... Ancak AKP iktidarları ile birlikte bu durum değişiyor:
Kamusal alanın hakimi olan laikler ister istemez muhafazakarları tanımaya başlarken, iktidarı elde tutan muhafazakarlar da demokrasiyi yaparak öğrenmek durumunda kalıyorlar. Böylece laik kesim de kendi demokrasi anlayışını sınamak, onu hayali bir güzellemeden çıkarıp
insan hakları boyutuna yerleştirmek gereğini öğreniyor.
Söz konusu 'karşılaşmanın' ilginç örneklerinden biri Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun 22
Şubat 2011 tarihli '
İnternetin Güvenli Kullanımı' başlıklı yönetmeliği... Buna göre
internet kullanımı 4 paket olarak sunuluyor ve herkes bunlardan birini seçmek durumunda. Aile paketi Kurum tarafından saptanmış 'kara' listenin dışındakilere ulaşabiliyor. Yurtiçi paketinin bu listenin sadece yurtiçi kaynaklı olanlarına erişimi var.
Çocuk paketi Kurum'un saptadığı 'beyaz' listeyle sınırlı. Standart paket sahipleri ise bugünkü gibi sınırsızca internet erişimine sahipler.
Amacın bir yandan takip ve denetim olduğu anlaşılıyor, çünkü bu sistemde tüm kullanıcıların bilgileri Kurum'un elinde toplanıyor. Öte yandan yönetmeliğe göre internet
servisi sağlayıcıları da vatandaşları bilgilendirmekten ve ellerindeki bilgileri Kurum'a aktarmaktan sorumlular. Eklemek gerek ki servis sağlayıcıları isterlerse kendi paketlerini de üretip vatandaşa sunabiliyorlar. Ayrıca 'kara' listeyi genişletme hakları da var. Ama 'beyaz' listeye dokunmaları
yasak... Böylece asıl amaç ortaya çıkıyor: Çocuklar başta olmak üzere
aileleri 'zararlı' yayınlardan korumak.
Ne var ki neyin 'zararlı' olduğu kararı tümüyle Kurum'a kalmış durumda ve bunun bir tür
sansür olarak değerlendirilmesi çok
doğal. Bu sınırlamanın ahlaki kriterlere dayanması beklendiğine göre, acaba hangi ahlaki değerler 'doğru' aile ve çocuk tanımını belirleyecek? Denetlenebilirlik ve şeffaflık zafiyeti olan, katılımcı bir mantığa oturmayan bir yönetmelik marifetiyle, internete ilişkin
özgürlük alanının tanzimi meşru olabilir mi?
Haber sitesi Bianet bu yönetmeliği Danıştay'a götürmüş durumda. Yukarıdaki itirazlar yanında daha hukuki ve uygulamaya dönük itirazlar da yapılmış. Ancak onlar temel tartışmayı etkileyecek cinsten değil. Örneğin yönetmeliğin yasal bir zemininin olmaması... Çünkü yasal zeminin olması bir çözüm değil. Her evde tek bir paketin kullanılacağı ve çocuk paketinin öne çıkmasıyla büyüklerin sınırlanacağı argümanı da ikincil. Bugün de her evde tek bir paket kullanılıyor ve isteyen aileler yine standart paketi seçerek tüm internete erişim sağlayabilirler.
Filtre sisteminin sadece okullarda, kütüphanelerde ve internet kafelerde uygulanması ya da her ailenin kullanımına verilmesi önerisi ise pek gerçekçi durmadığı gibi meseleyi de çözmüyor. Çünkü bu yönetmeliğe yol açan talebin arkasında seyyaliyeti çok yüksek hale gelmiş bir 'çocuk' var. Diğer bir deyişle sadece belirli yerleri filtrelemek çözüm olmaz...
Gelelim meselenin esasına... Muhafazakar kesim kendi ahlaki ölçütlerini kamusal alana hakim kılmak üzere bazı adımlar atıyor ve kendi değerlerinin tehdit altında olduğunu düşündüğü alanlarda da
tedbir alıyor. Bu yönetmelik birkaç bürokratın marifeti olarak değerlendirilemez. Çünkü çok muhtemelen epeyce geniş bir toplumsal talebe
cevap veriyor. Ayrıca muhafazakar ailelerin anlamlı bir yüzdesinin de, söz konusu filtrelemeyi bir kamu otoritesine bırakmaya hazır olduğunu öngörmek zor değil. Bu talebin meşruluğu konusunda bir kuşku yok... Ancak aynı talebin karşılanmasında tutulan yolun meşruiyeti konusunda haklı itirazlar var.
Muhafazakar kesim muhalefetteyken kendi mağduriyetini seslendirmekle yetindi. AKP iktidarları sayesinde
yönetimi ele geçirdiğinde ise çoğunluk olmanın avantajını kullanmaya eğilim gösteriyor. Oysa bu yöntemle demokrasi oluşmuyor ve toplumun parçalanmış hali devam ediyor. Demokratik yönetim, kendi taleplerinizle size benzemeyenlerin haklarını bir arada ele alabilmeyi gerektirir. Muhafazakarlar bunu öğrenecek, laikler de yalnız yaşamadıklarını...