Ebubekir Râtib Efendi dünyaya ilginç bir dönemde teşrif edenlerden; 18. asrın ortasında (1750) doğmuş, asır biterken hayatı cellâdın elinde son bulmuş... Hakkında kocaman bir kitap yazan Fatih
Yeşil 'Bir
Osmanlı Kâtibi' olarak tanımlıyor Râtib Efendi'yi...
Siyaseten katlini emreden ve idam haberi geldiğinde "Böyle olacağı malum idi" tepkisini veren dönemin padişahı III. Selim, âdet hilâfına, mallarının müsadere edilmesini engellemiş...
Râtib Efendi'yi aklıma getirmem, günümüzden 250 yıl önce yaşamış bir Osmanlı memurunun merakını 'olayların ardındaki gerçeği' arayıp bulsun diye kendilerine
gazete köşeleri emanet edilen çoğu gazetecide görememem...
Dönemin önemi, Avrupa'da saltanatların sarsıldığı,
kralların taçlarını kaybettiği, toplumsal kalkışmaların yaşandığı günlere denk düşmesinden kaynaklanıyor.
Fransa'da devrim yaşanırken (1789) 'Avrupa'nın göbeği' dediği
Viyana'da büyükelçiymiş Râtib Efendi; 'Kutsal Roma İmparatoru' sıfatını da kullanan Prusya Kralı 2. Leopold öldüğünde oradaymış...
Tarihler Leopold'un Viyana'da 1792 yılı
Mart ayında 'âniden öldüğünü' yazıyor, ama Râtib Efendi zehirlendiğini
rapor etmiş İstanbul'a. Şu cümle onun dilinden: "Nemçe kralının (II. Leopold) helâki fücceten olmayup Françe'de cumhurun desisesiyle bir avret tesmim eylediği..." İstanbul'a ölümün üzerinden bir ay bile geçmeden ulaşmış rapor...
Prusya Kralı'ndan bir ay sonra
İsveç Kralı Opera'da suikasta uğramış... Râtib Efendi, suikastla ilgili bilgileri, Kral'ın sağlık durumunu, açılan tahkikatı en geniş biçimiyle İstanbul'a geçmiş; İsveç'in Viyana Büyükelçisi'nden aldığı bilgilerle besleyerek...
250 yıl önce meydana gelen olaylardan bize ne, değil mi efendim? Oysa, Râtib Efendi'nin sıcağı sıcağına Saray'a aktardığı bilgiler bu tür olayların kendi başına cereyan etmediğini göstermesi bakımından önemli. Kral'ın hayatına karşı girişilen eylemin peşine düşen İsveç polisi garip bir 'gerçek' ile karşılaşmış:
Suikastı bir
tetikçi gerçekleştirmiş, ama onu eyleme gönderen 140 kişiden oluşan bir 'gizli
örgüt' imiş...
Osmanlı Sefiri'nin Sultan'a gönderdiği rapora göre, örgütün başı olan 'Nobilelerden bir
senatör' Kral'a şu itirafta bulunmuş: "Sen sana suikast ideni arayorsun, beyhude kimsenin günahına girme. Bu işi ben itdim. Bu esrarı ancak ben ve benimle ittiifak iden bilür; (tutuklanan) ol yetmiş âdem bizim altımızdur. Anları biz kullandık, kimsenin günahına girme; öldürürsen beni öldür. Lâkin söylemek ihtimalim yokdur. Bu esrar benimle beraber gider ve ben zehri tenavül itmişimdir, iki üç saati geçmez ölürüm. İşte sana söyledim."
İktidar odağını ortadan kaldırmak ve yönetime el koymak üzere oluşturulan 'gizli örgüt'ün lideri, eylemle görevlendirdiği kişi ve 'örgüt üyesi' olmakla suçlanan 70 arkadaşını kurtarmak için suçu üzerine alıyor. Baldıran zehirini de içerek...
Bugün ve bizde böyle bir işe soyunan, kendisini kurtarmak için, örgüt oluşturduğunu inkâr eder, eylemlerle ilgisinin olmadığı yalanını söyler ve kimbilir daha neler yapar...
Tevekkeli, Râtib Efendi, suikastçıdan 'beyzade' diye söz ediyor, suçu kabul edip arkadaşları yerine kendisinden
hesap sorulan kişi için de 'asil' sıfatını kullanıyor.
Asalet gerçekten başka bir şey...
Viyana'dan gönderdiği raporlarda 'İhtilâl-i Kebir' dediği
Fransız İhtilâli'nin sebeplerini de irdelemiş Râtib Efendi: "Devlete başkaldıranların bir kısmı 'serbestiyetten lezzet' alarak hürriyet talebiyle ayaklanmış olsalar da, esasen İhtilâl'in büyümesine, Fransa'da insanların 'can ve mal' emniyetlerinin kalmaması sebep olmuştur."
Kral güvenliği sağlamak için aristokratlardan silâh ve para talep etmiş, onlar buna ayak sürümüş... Râtib Efendi, XVI. Louis için, "Böylece" diyor, "Milletinden 'tenfir ile tekdir ve elyevm mahbus ve
esir' olmasına sebep olmuştur." Para olmayınca ihtiyaç duyulan silâhları alamamış, güvenliği sağlayamadığı için de halkın gözünden düşmüş Kral...
"Fransa halkı bölündüğü için bu hale düştü" de diyor Râtib Efendi...
Sosyolojinin henüz bilinmediği bir dönemde yapılmış 'sosyolojik tespitler' bunlar... Üzerinde biraz durulursa, yazdıkları, günümüzü anlamak için de ipuçları sağlıyor.
İktidarlar güvenliği sağlayamaz, ekonomiyi çeki-düzene kavuşturamaz ve halkın gözünde itibarı kalmaz ise çok kolay sona erebiliyor.
Keşke kukumav kuşu gibi "Ne yapalım?" diye düşünen günümüzün Kaddafi'leri Osmanlı sefiri Râtib Efendi kadar meraklı olsalardı... Râtib Efendi'nin "Özgürlük sari bir hastalıktır" anlamına gelen bir cümlesi bile var.
Fatih Yeşil'in Tarih Vakfı Yayınları (2010) tarafından yayımlanan eseri göz açıcı gerçekten..