Yarın 27
Nisan, müdahale resmigeçidi olan siyasi tarihimizin en sıra dışı
muhtırasının yıldönümü. 'Postmodern' 28 Şubat'ın ardından
darbeciler nasıl bir
sürpriz(!) yapacaklar diye beklerken e-muhtıra geldi.
Eskiden
mektup yazılır,
cumhurbaşkanına elden verilirdi. O da
sivilleri çağırıp ağızlarına biber sürer, muhtırayı tebliğ ederdi.
İnternet çağında darbeciler de kendini geliştirdi ve internet üzerinden
diskur çekmeyi denedi.
27 Nisan'ı sıra dışı kılan, icra şekli değildi. Sonrasında gördükleri tepki ve hükümetten gelen karşı muhtıra, ezberleri bozdu.
Önce bu ezberin nasıl oluştuğuna kısaca göz atalım. Yıl 1961, darbeden bir buçuk yıl, Adnan Menderes'in idamından üç hafta sonra yapılan seçimleri Demokrat Parti'nin takipçisi üç parti kazandı. Cuntanın desteklediği
CHP 177
sandalye ile azınlıkta kalırken, AP, CKMP ve YTP yüzde 62 oy ve 277 vekille seçimin tartışmasız galibi oldu. Bunun üzerine ordu içindeki yeni cunta Silahlı
Kuvvetler Birliği, seçimleri tanımadığını ve yeniden darbe yapacağını ilan etti. İstanbul'da 21
Ekim, Ankara'da Mürted protokolleri imzalanarak darbe niyeti kayıtlara geçirildi. 24 Ekim'de yani ilan edilen darbe tarihinden bir gün önce siyasi
parti liderleri Çankaya Köşkü'nde askerlerle bir araya gelerek; "
Yassıada mahkûmlarına af çıkarılmayacağına, 27 Mayıs'tan sonra ordudan atılan 7.200 subayın yani Emekli İnkılap Subaylar Derneği üyelerinin orduya geri alınmayacağına ve
Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı seçileceğine" dair protokolü imzaladı. 'En özgürlükçü' diye yutturulan anayasa yürürlükteyken ve ara rejim sona erdi diye düşünürken türev darbeyi yemiştik.
Muhtıra denince ilk akla gelen 12
Mart'ı unutmayalım. 9 Mart darbesini bertaraf edip orgeneraller dışındaki cuntacıları
emekliye ayıran
Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, 3 gün sonra kendi muhtırasını verdi. Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay'a verilen ve 13.00'te radyodan
halka duyurulan metin amacına ulaştı.
Hükümet istifa etti, ara rejim kabinesi kuruldu, anayasaya bir kat daha
vesayet boyası atıldı. Muhtıra, Meclis'te de okundu ve AP'li Hasan Korkmazcan dışında kimse
itiraz etmedi.
Başbakan Süleyman
Demirel 'Şapkayı alıp gitmek' deyimini siyasi literatürümüze kazandırdı(!) 9 Martçıları son anda satan
Hava Kuvvetleri Komutanı
Org. Muhsin Batur ve
Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler'in imzasını görüp sol darbe sanan DİSK gibi isminin başında '
devrimci' olan pek çok örgütün desteği de cabası.
12 Eylül'ün gölgesinde kalan pek bilinmeyen bir muhtıramız daha var. 27
Aralık 1979'da
Genelkurmay Başkanı Kenan
Evren ve kuvvet komutanlarının imzasıyla cumhurbaşkanlığına uyarı mektubu verildi. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, iki büyük partinin lideri
Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'i Köşk'te bir araya getirerek muhtırayı tebliğ etti. Diğer partilere ise gönderdi. İktidar ve muhalefetin üstüne alınmadığını gören askerler, muhtırayı bu sefer Cüneyt Arcayürek vasıtasıyla Hürriyet'e sızdırdı. İki ay önce güvenoyu alan Başbakan Demirel, 'biz daha yeni kurulduk, muhatap değiliz' diye geçiştirdi. Muhalefet adres olarak hükümeti işaret etmeye devam etti. Siyasiler havaya bakıp ıslık çalarak muhtırayı savuşturmaya çalıştı.
Gelelim son muhtıraya. 27 Nisan e-muhtırası iki ana tema üzerine kurulmuştu.
Cumhurbaşkanlığı seçimine etki etmek ve
Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinden duyulan rahatsızlığı vurgulamak. Hükümet ertesi gün "Genelkurmay Başkanı görev ve yetkileri itibarıyla Başbakan'a karşı sorumludur" cümlesiyle darbe havasını dağıttı. Acele yorum yapan pek çok gazeteci, bu tavır karşısında açığa düştü. Sivil
toplum, hükümetin yanında yer aldı. Halk cevabını 22 Temmuz'da sandıkta verdi. O gün ayakta kalmayı başaranlar hâlâ ayakta, dizlerinin bağı çözülenler ise kaybolup gitti.