Yüksek Seçim Kurulu'nun
ülke gündemini allak bullak eden skandal kararından üç gün sonra geri adım atması, tabii ki çok iyi oldu da, hepimizin aklına bu meşum soruyu taktı da gitti: Biz bu olayları niye yaşadık?
BDP Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş, YSK'nın yanlış kararından dönmesi üzerine, "bütün bunlar olmayabilirdi" demiş, doğru demiş. Lakin bütün bunların olmasında kendilerinin de YSK'dan az sayılmayacak bir payları oldu, bunu da bir yere kaydedelim.
Yüksek Seçim Kurulu'nun adaylardan istediği evrak
mahkemelerden alınması gereken "memnu hakların iadesine dair
belge" CMUK'taki ve TCK'nundaki son düzenlemeler dolayısıyla aslında hiç istenmemesi gereken bir evrak. Bu evrak yerine YSK kendisi karar verip bu evrakın içerdiği hükmü oluşturabilirdi. Adı üstünde "Yüksek Seçim Kurulu", Anayasal bir kuruluş ve bir Yüksek
Yargı organı yani bir Yüksek mahkeme. Bu yükseklikteki bir mahkeme başvuruyu yapanların ibraz etmiş oldukları belgeler üzerinden bile, yerel mahkemelerden talep ettiği bilgiyi kendi başına üretebilirdi. Sonuçta cezalarını çekmiş olanların memnu haklarının kendiliğinden avdet ettiğine dair
Adli Sicil kanununda yapılmış olan yeni düzenlemeler böyle bir belgeye ihtiyaç bile bırakmıyor ve aslında yerel mahkemelerden talep edilen belgeler geçerliliği de olmayan belgeler. YSK'nın bunu bilmeden yapıyor olması ayrı bir dert olmalı, hem de apayrı ve çok büyük bir dert olmalı. Hakkında hüküm verdiği konunun muhtemel siyasi ve sosyolojik etki alanları hakkında bu kadar basiretten uzak bir karar olabilir miydi?
Ne yazık ki, YSK'nın kararını bu basiretten uzak vermiş olması yine de en iyimser görüş. Verdiği kararın anlamını ve sonuçlarını bilmiyor olması mümkün değildi. Çok ince işçilik mahsulü bir karar izlenimi veren bu kararın sonucunda
seçimler öncesinde ülkede bir
kaos manzarası üretilmiş oldu.
Seçim sath-ı mailine girildiğinde en büyük endişelerden biri PKK'nın ister kendi inisiyatifiyle ister TSK'nın operasyonları başlatmasıyla
eylem alanına dönmesiydi. Her iki durumda oynanan oyunun bütün sahneleri ve replikleri önceden ezberlenmişti ve kimse böyle bir sürecin kimin tarafından ne amaçla sahneye tekrar konulduğu konusunda hiçbir şüpheye yer vermeyecekti. O yüzden o oyunun hiç bir rantabilitesi kalmamıştı, ama bu, aynı sorun üzerinden yeni ve yaratıcı başka oyunların kurulamayacağı anlamına gelmiyordu.
YSK'nın aldığı karara BDP'lilerin bir
sokak ve şiddet davetiyesi gibi atılması bu oyunun aktörlerinin hiç de değişmediğini gösterdi. Daha ilk dakikada YSK'nın kararından AKP'yi suçlayarak tepki gösteren BDP lideri "bu kararın ağır sonuçlarının olacağını" söyleyerek sokaklardaki şiddete çıkardığı davetiyeyle YSK kararının ait olduğu oyunun ne yazık ki bütünleyici aktörü oldu.
YSK kararı ile
AK Parti arasında kurulan irtibat her şeyden önce kendi kitlesini cahil yerine koyan, onları kandırmaya dönük basit bir
propaganda.
Kürt halkı gerçekten bu kadar basit bir biçimde kandırılmayı hak etmiyor.
AK Parti'nin
demokratikleşme konusunda gerekli bütün adımları atmış olduğu tabii ki söylenemez, ama atılan bazı adımlarda bile en şiddetli muhalefeti sergileyenlerle işbirliğini
tercih etti BDP'liler. Ayrıca YSK'nın böyle bir kararının skandal sayılmasını sağlayacak, dolayısıyla bu kararından vaz geçmek zorunda kalmasını sağlayacak düzenlemelerin hepsi de (TCK, CMUK ve Adli Sicil Kanunu) bu dönemde yapılan iyileştirmelerle mümkün olmuştur.
Bu dönemde hiç bir şey yapılmamış olduğunu söyleyerek YSK kararının yol açtığı öfkeyi bizzat YSK'nın da hedefinde olan AK Partililere yöneltmeyi tercih etti BDP.
Yüzde on
barajı tabii ki demokratik bir
uygulama değil, düzeltilmelidir, bunda kuşku yok. Ama bunun da tek hedefinin Kürt siyaseti olduğu iddiası tam bir çarpıtmadır. Şu anda Türkçü siyasetin odağı olarak MHP muhtemelen bu barajın en önemli hedefidir. Barajı geçememe ihtimali var MHP'nin ve bu takdirde yüzde 6 ile meclise 30'a yakın millet
vekili sokmayı başarmış bir BDP'ye karşılık yüzde 10'a yakın oy almış bir MHP'nin hiç milletvekili çıkaramaması ihtimali de var. Baraj mağduriyeti daha önce hem MHP hem
ANAP hem
CHP hem de MHP'nin başına gelmiş bir olaydı. Bundan Kürtlere dönük bir mağduriyet söylemi çıkarmak, öfkeyi daha fazla kışkırtmak, hele bu öfkeyi ucunda ölümler olan bir şiddet ortamına taşırmak hususu BDP'nin güttüğü siyaseti kirli bir
kazanç derekesine düşürüyor.
Bu hesaplara dalmış olanların vecdanına seslenecek en güzel sözü
Taraf Gazetesinden sevgili
Melih Altınok söylemiş: "Sözkonusu bir çocuğun canıysa, Meclis'e sokacağınız yüz vekil bile teferruattır"