İstanbul gibi tarihi büyük uygarlıklara baş
kentlik yapmanın yanı sıra, yüzyıllarca ticaretin ve ekonominin belki de en büyük şehri olan, dünyanın en güzel coğrafyasında kurulmuş kaç tane şehir vardır?
Biz Türkler için dünyanın neresine gidersek gidelim "İstanbul bir tanedir", bütün güzel şehirler bize İstanbul'u hatırlatır ve özletir.
Böylesine bir şehir için birçok zorluk ve problem vardır. Her şeyin başında bu tarihin birikimini yaşatmak, mekân olarak da
estetik olarak da korumak oldukça zordur. Bu zorluk bilhassa, şehir nüfus almaya başladığı andan itibaren ortaya çıkar, nüfus almaya devam ettiği müddetçe de büyüyerek süregider.
Şehirler de ölür...
İstanbul'un talihsizliği neredeyse birkaç kilometrekareyi geçmeyen Suriçi'ni bir tarafa bırakın, tarihi yarımadayı bile koruyacak kent ve tarih bilincine sahip bir şehir yönetimini pratik olarak bugüne kadar başaramamış olmasıdır.
İstanbul için 10 milyonun üzerinde nüfus artık şehrin bütün tarihsel niteliklerini tehdit eden bir büyüklüktür.
Tarihi
dokuyu, tarihi yapılaşma özelliklerini,
mimariyi, estetiği yok edecek bir canavar gibi şehir ekonomisinin ürettiği
rant günbegün artan şekilde her şeyi yok edecek bir noktaya tırmanmaktadır.
1970'ler
Türkiye'si toplumsal yapının bütünüyle gelenekselle yeni arasında yol ayrımının ortaya çıktığı bir Türkiye'dir. Yeni ve gelenek arasında bağlar kurulamadığı zaman, nasıl bir "ucube" yarattığı sadece Kars'taki
heykel değil, Türkiye şehirlerinin o yıllarda yaşadığı mekânsal görünümde de izlenebilir. O yıllarda başlayan inşaat hareketleri sözüm ona, mimarlık ve mühendislik fakültelerinden
mezun olmuş insanların imzalarıyla yapılmış yerleşim yerleri, gecekondularla birlikte bütünüyle klasik şehir dokusunu boğmuş, adeta kentin kültürüne taşıdığı
medeniyet değerlerine karşı bir barbarlık hareketine, saldırısına dönüşmüştür.
"Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok" diyen söz, sanki bugün karşılaştığımız başta İstanbul olmak üzere ülkenin geleneksel mekânlarının nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda bize bakmamız gereken yönü hatırlatmaktadır. Günümüzün
marka şehirleri
Paris, Roma,
Venedik,
Viyana ve benzerleri, nasıl şehre, tarih, kültür, mimari, estetik içinden bakmışlarsa, bizim de yapmamız gereken en azından budur.
Elin "
Fransız"ının Paris'e gösterdiği duyarlılığı, biz İstanbul'umuza gösteremiyorsak problem nerededir?
Bir geçmiş, bir gelecek: İstanbul
İstanbul'un bugün sorunu bir değil bindir. Sadece ikisinin üzerinde durmak gerekirse, öncelikli olan tarihi ve tabii doku arasındaki uyumu koruyacak bir gelişme stratejisi oluşturmaktır. İkincisi, deprem riskinden doğan tedbirleri alarak şehri yaşanabilir mimarlık ve konut politikasıyla yeniden inşa etme ihtiyacıdır. O halde yapılacak şey sadece bu iki değişkeni dikkate alarak kısa zamanda bir şehirleşme politikası belirlemek önceliğine dayanmalıdır.
Deprem riski İstanbul'un tarihi dokusu etrafında oluşmuş kirli, gayri estetik yapılaşmayı
tasfiye etmek için bir fırsat sayılmalıdır. Yüksek deprem ihtimaline karşı, yeni teknolojilerle inşa edilecek binaları yapmak için mevcut konut alanlarının arsaya dönüştürülmesi ve buralardaki gerçek mülk sahiplerinin, yeni alanlarda pay sahibi yapılması, hem yüksek kalite ve inşaat teknolojisi bakımından hem de çevre düzenlemesi, hayat standartları olarak yeni mekânların
fiyat ve cazibesini yukarıya doğru çekeceği için uygun bir formül olabilir.
Kısaca İstanbul'u 10 milyon nüfus civarında sabitleyebilecek şehir topraklarını
ekonomik bakımdan değerlendirebilecek ve şehrin ürettiği rantların toplumsal olarak yeniden şehre döneceği bir kent vizyonu, hem İstanbul'u kurtaracaktır hem de Türkiye'nin nüfus dağılımını yeniden düzenleyecek bir kentleşme stratejisine imkân verecektir.
Seçim öncesi İstanbul'a yönelik projelerin gerçekliğini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekmez mi?