Ufukta
seçim artık net bir şekilde görünüyor.
Milletvekili adayları partilerin nasıl bir
Türkiye istediğini deşifre edecek kadar güçlü mesajlar veriyor.
Parlamentonun yarısı değişiyor. Yeni insanlardan oluşan bir kadro
siyasetin yönünü
tayin edecek. Tabii ki bu arada herkes (en çok da medya) yeni bir sınavdan geçecek. Çünkü bu ülkede, diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi tabii seçim süreci yaşanmıyor. Beklenmedik olaylar,
tartışma doğuracak konular, uzun bir zamandan beri bekletilip
seçmen iradesine etki edeceği düşünülen sürprizler...
Acı tecrübelerle sabittir ki seçim günü yaklaştıkça bazı çevreler siyasetle doğrudan ilgisi olmayan konuları da oya tahvil etmek ister. YGS'deki şifre tartışması bunun apaçık örneğidir. Normal bir ülkede gençlerin kader çizgisinde çok önemli bir yeri olan böyle bir sınavda hatası, kusuru, suiistimali olan yetkili kişi ya da kişiler hakkında
soruşturma açılır. Elde edilen bilgiler doğrultusunda suçlular (şayet varsa) en ağır şekilde cezalandırılır. YGS için de öyle! Sorulara şifre koyan varsa, onu el altından birileriyle paylaşmışsa derhal bulunmalı ve en ağır cezaya çarptırılmalı. Zaten bu yüzden cumhuriyet savcılığı olayı inceliyor. Peki bu süreç böyle devam ederken bazı haysiyet yoksunu çevrelerin belli kişileri suçlu ilan etmelerine ne demeli?
Taşkın eylemleri, marjinal dünya görüşleriyle tanınan bir grup kalkıyor, elinde en
küçük bir suçlayıcı
delil olmaksızın 'cemaat'i suçluyor. Ve kendine, 'merkez medya' diyen bazı kesimler bu adamların onurdan yoksun
suçlamalarına alkış tutuyor. Bir suçlama varsa o ithamı gerektiren somut deliller de olmalı. Silahlı örgütler söz konusu olduğunda, 'masumiyet karinesi' deyip kendini harap edenler, ortada en küçük bir delil olmaksızın yapılan kara
propagandaya niçin
boyun eğiyor?
Bir zamanlar 'irtica
cinneti' vardı bazı kesimlerde. Ne yapar eder, bir yolunu bularak insanları 'irtica tehlikesi'ne ikna etmek için çırpınırlardı. Korkuları pekiştirmek için 'çarpıcı örnekler' aranır; bazen de kurgulanırdı. Halk bunlara inanmadı. Zaten yalancıların mumu yatsıya kadar bile yanmadan sönüverdi. 'Sivil dikta' gibi garabet bir kavram geliştirdi bazı çevreler. 'Mahalle baskısı' diye bir korku filmine
imza attılar. Hatta bunu ispatlamak için yollara koyulup 'endişeler' üzerine çok da bilimsel bulunmayan metotlarla kamplaşmayı körüklediler. Bütün bu tartışmaların medya dünyası, siyaset arenası v
e devlet bürokrasisi için heyecan uyaran yanları vardı. Lakin
halk nezdinde gerçekliği yoktu. Nitekim parıltılı laflar eşliğinde üretilen korku ticaretini bu ülkenin insanı büyük oranda reddetti.
Şimdilerde yeni bir cinnet senaryosu gündemde. Dün irtica kelimesine yüklenen mana ve çerçevede yürütülen kara propaganda son dönemde cemaat üzerine odaklanmış durumda. Varsa yoksa cemaat! Yalanın bini bir para. İftiranın haddi hesabı yok. Belli ki birileri, birilerine 'atış serbest' demiş ve var güçleriyle kafalarında ürettikleri heyulaya karşı savaş emri vermiş. Hızını alamamış dar bir zümre, cemaat adını verdikleri yapı hakkında kara propagandaya yurtdışında da devam ediyor; üstelik yalan yanlış bilgiler eşliğinde gammazlayarak, yalan söyleyerek,
iftira ederek...
Karşımızda tastamam bir paranoya duruyor: '
Cemaat paranoyası'. Tutar mı? Mümkün değil. Kara propagandacıların bilmediği, belki de anlayamadığı bir şey var: Bahsi geçen kişiler bu toplumun içinde yaşayan, daha doğrusu bu toplumun bir parçası halinde hayatlarını sürdüren kişilerden oluşmakta. Yani? Siz ne derseniz deyin bu güzel millet ötekileştirmeye çalıştığınız, leke sürmek için çırpınıp durduğunuz insanları gayet iyi tanıyor. Onların bu ülkeye karşı duydukları sevgiyi, kendi bağımsızlıklarına verdikleri önemi, bu ülkenin insanı gayet yakından biliyor.
Onca kara propagandaya inanan insanlar çıkmaz mı? Maalesef olayları sadece belli medya organlarından izleyen bazı kişiler o kara propagandanın etkisi altında kalabilir. O meşum paranoya onlarda iz bırakabilir. Lakin unutmamak gerek, hiçbir yalan sonsuza kadar gerçekmiş gibi takdim edilemez. Beklenmedik bazı kişiler kara propaganda fırtınasına kapılıp savrulabilir; ancak sular durulduğunda bütün gerçekler ayan beyan çıkar ortaya.
Bunları niçin mi hatırlatıyorum? Anlaşılan o ki daha önceki seçimlerde ürettikleri korkulardan umduğunu bulamayan bir zümre sağdaki dostlarını, soldaki müttefiklerine karıştırarak koyu bir 'cemaat düşmanlığı' yapıyor, yapacak. Hiçbir yalanın peşini bırakmadığımız gibi bu yalanların da ensesinde olacağız şüphesiz. Çünkü bu güzelim ülkenin normalleşmesi için her türlü paranoyadan kurtulması şart!
Canıgönülden teşekkürler
Sevgili Zaman okuru,
Lütfen şu kırık dökük cümleleri, sana yazılmış bir
mektup olarak kabul et. Gazete mutfağında gecesini gündüzüne katarak
emek sarf eden, daha iyi bir
gazete çıkarabilmek için yoğun gayret gösteren arkadaşlarımızın bir mektubu olarak farz et yazdıklarımı. Muhabirinden köşe yazarına,
matbaa işçisinden reklam ve
tanıtım uzmanlarımıza kadar herkesin hissiyatını paylaşmak galiba bu sütunun muvakkat emanetçisine düşüyor...
Sevgili Zaman sevdalıları,
Bugünkü
kapak sayfamızdan da anlaşılacağı üzere gazetemiz Zaman bugün 1 milyon eşiğini aşmış durumda. Bu bir eşikti, aşmak gerekiyordu ki daha başka eşiklerin önünde daha cesur hamleler yapabilelim. Sen çok iyi biliyorsun ki gazetemiz bu ülkenin irfan hayatının çok önemli bir parçasıdır. Alınması gereken, okunması için gayret sarf edilen, paylaşılması için
tavsiye edilen bu gazete senin muazzam himmetin ve muhteşem gayretin vesilesiyle tarihe mührünü vuracaktır. Sen kar demedin, kış demedin dört
mevsim bu gazeteye sahip çıktın. Demokrasimiz çıkmaz sokaklara girdiğinde bu gazeteyle kendine yol aradın.
Karanlık odalarda gizli planlar yaparak bu ülkeye tuzak kuranların oyunlarını bozmak için senin sevgine, desteğine ihtiyaç duyuluyordu. Hiç tereddüt etmedin, abone oldun, abone olmaya
teşvik ettin çevreni. Habere, yoruma, analize senin heyecanın
renk kattı, bize moral verdi, elimizden tuttu, yol gösterdi. Her daim bildik ki arkamızda ma'şeri vicdanın gürül gürül duası yükseliyor. O duayı hak etmek için kendi öz kültürümüz çerçevesinde dikkatli, özenli bir yol seçtik kendimize. Aile gazetesi olmanın yanında tefekkür burcu olabilmek için çırpındık mesela. Onca güncel konuların tozu dumanı içinde yürürken marifet ufkundan ırak düşmemeye, murakabe disiplininden savrulmamaya gayret ettik. Bütün bu çabalarımızda senin desteğine duyduğumuz saygının payı büyüktür...
Şimdi bir milyona ulaştı gazeteniz. Bu durumu içine sindiremeyenler çıkabilir. Olsun. Dünyanın en
modern satış tekniği olan abone sistemini diline dolayanlara aldırış ederek zaman kaybedecek değiliz elbet. Dünyanın en önemli
tiraj denetim firması tarafından (BPA) denetlenen satış rakamlarımızı kimseye ispat etmek zorunda değiliz. Gerçek ortada.
Allah yolumuzu açık eylesin...
Geçen hafta bürolarımızın gayretlerini arz ederken
Ankara ve
Erzurum illerimizin (çevre illerle beraber) bir milyona göre dağıtılan bölgesel hedeflerine ulaştıklarını söylemiş, teşekkür etmiştim. Bu hafta
İzmir,
Gaziantep ve tabii ki
İstanbul (etrafındaki şehirlerle birlikte) aynı başarıyı gösterdi. Onları da
tebrik ediyoruz. Bu gayretler, inanın, sadece basın tarihimiz için yeni bir sayfa açmıyor; aynı zamanda
demokrasi tarihimize de önemli bir not düşüyor... O notu okuyacak olan gelecek nesiller tefekkürün kalesi haline gelen bir gazeteyle bir milletin yeniden nasıl dirildiğini görecek. O günkü teşekkürler belki en zor anımızda elimizden tutup bizi rahmet kapılarının açılmasına taşıyacaktır...