Savarona davası sonuçlandı: Altı kişi
beraat etti, dört kişi de ceza aldı ama cezaları ertelendi. Kimse "içeri" girmedi yani.
Demek ki ortada koparılması gereken büyük bir yaygara yokmuş.
Demek ki bu
tekne artık "
Atatürk'ün kutsal yatı" olmaktan çıkmış, paralı turistlere kiralanan, ve o turistin de içinde isterse
içki içeceği isterse zamparalık yapacağı bir "tenezzüh teknesine" dönüşmüş alt tarafı...
Demek ki bir kere "kiralarsan", kiracının içinde ne yapacağına da karışılamazmış. (
Hani, her gün gelip evini denetleyen ve "duvarıma çivi çaktılar" diye olay çıkaran ev sahibi
yaşlı teyzeler gibi.)
Müze falan da yapılamıyor. (İçine ne koyacaksınız, Atatürk'ün büstünü mü, denizcilikle ilgili özdeyişlerinin yeraldığı birtakım panolar mı? Atatürk "karacıydı", denizle ne ilgisi olmuştu?)
Oysa bu teknenin tahtalarına yüz sürmek isteyenler çok kızmışlardı...
Atatürk'ün yatı "profane" ediliyor, onun kutsal ayağının değmiş olduğu güverteyi birtakım
yabancı uyruklu kadınların çıplak ayakları çiğniyor, hele hele yatağında... Hafazanallah! Düşünmesi bile korkunçtu.
O geminin cumhuriyetin başında bir kere satın alındığını ve ondan sonra da Atatürk'ün o gemiden karaya bir türlü inmek bilmediğini sanıyorlardı...
Geminin, Atatürk'ün hayatının sona ermesine hepi topu beş ay kala İstanbul'a geldiğini ve Atatürk'ün gemide toplasan toplasan yalnızca iki hafta kadar geçirdiğini öğrenince şaşırdılar. Bütün herşey 1938 yılının haziran ayında olup bitmişti.
Onlara böyle öğretilmemişti ki!
O tekne kutsal bir tekneydi, zaten cumhuriyet de hayat demek, yükselmeye kanat demekti, Kamutay doğmuş ve saltanatı boğmuştu, izci de şendi.
Akılları başlara toplama vakti gelmiştir de geçmektedir.
Atatürk'ün elinin değdiği, ayağının bastığı yer kutsallık kazanmaz.
O güverte tahtalarına Atatürk'ten bir hikmet "sinmiş" değildir.
Aynı mantık, sizi "
Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'ün kaldığı yerlerde emperyalist
ülke vatandaşı bitli turistler geziniyorlar, bu ne rezalet" diye saçmalamaya da götürür.
O zaman da başka birisi çıkıp "Kanuni'nin, Pargalı İbrahim'in, Hürrem yengemizin kaldığı yerlere kefere girip çıkıyor, bu ne saygısızlık" diyebilecektir.
Hadi gezmesine geziyorlar da, ya bir turist çocuk yanındaki turist kızı Atatürk'ün öldüğü odada şap diye öperse?
Atatürk fetişistleri çok üzülürler.
Oysa Atatürkçüler aptal olmamak zorundadırlar, çünkü hayatta en hakiki mürşit ilimdir.
Galatasaray Müzesi'nde Atatürk'ün okulu ziyaretinde
kahve içtiği fincanın kurumuş telvesini saklamakla, Katolik kilisesinin Hıristiyan azizlerinin kemiklerini saklaması arasında bir fark yoktur.
O fincan elbette ilginçtir, bir hatıradır, kabul. Genç Osman'ın kanlı gömleği, Abdülaziz'in 47 numara terlikleri gibi... Onlar kadar önemli olmanın yanından geçemese bile...
Ama "reliklere" tapınmayınız. Atatürkçülük ahmaklık değildir.
Haaa, bir de... İlle
ibadet etmek istiyorsanız, huylu huyundan vazgeçmeyecekse... Tavaf edeceğiniz kutsal yerin tarihçesini iyice araştırınız, sonra madara olmayasınız...
Örneğin Berlin'e gidip Hotel Adlon'da kalırsınız, çünkü Atatürk de orada kalmıştır... Çok heyecanlanırsınız.
Sonra otelin 1945 yılında yandığını, yerinin kırk beş yıl süreyle "boş
arazi" olarak kaldığını, bugün aynı yerde yükselen binanın "çakma" olduğunu öğrenirsiniz, renginiz değişir.
İşin kötüsü, ameliniz de boşa gider.
Üç yüz elli
avro oda ücretini hiç saymıyorum.