Başbakan Erdoğan’ın Strazburg’da yaptığı konuşmalardan iki gün sonra Lyon’dayız ve Lyon
Sciences Po Üniversitesi ile
TESEV olarak toplantı düzenliyoruz. Konumuz
Türkiye’nin dış
politikası,
Ortadoğu, Kafkaslar ve AB ile olan ilişkileri.
İlginç bir şekilde Lyon’daki
Fransızlar, özellikle de öğrenciler Türkiye’ye karşı hiç Fransız değiller, son derece ilgililer ve Türkiye konusunda bizim öğrencileri kıskandıracak kadar çok bilgi sahibiler.
Yüzden fazla öğrenci,
öğretim üyesi ve bölgesel düzeyde karar verme konumunda olan pek çok insan, konuşmaları, tartışmaları büyük bir ilgi ile takip ediyor. Türkiye’nin
dış politikasındaki değişim onları bariz bir şekilde heyecanlandırıyor.
Başbakan Erdoğan’ın
Avrupa Konseyi’ndeki konuşmasına pek fazla atıf yapılmasa da görünen o ki Fransızlar, en azından bizim burada karşılaştıklarımız, Türkiye’yi bazı Türklerden daha iyi anlıyor, değişimden Türkler kadar rahatsız olmuyor.
Herkes karşı değil
Fransız Sosyalist Partisi’nin konferanstaki temsilcisi Bernard Soulage ise Fransız sosyalistlerinin ama aslında tüm Avrupa sosyalistlerinin Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini söylüyor.
AB-Türkiye Karma
Parlamento Komisyonu Eş Başkanı
Helene Flautre de Türkiye’nin dış politikasını, bazı
sivil toplum örgütlerinin teşebbüslerini takdirle karşılıyor. İran’ın nükleer silahlanması konusunda Türkiye’nin geliştirdiği inisiyatiften Avrupa’nın yeterince yararlanamadığı inancını taşıyor.
Buraya bile yansıyan Türklerin dış politika karamsarlığının aksine Flautre, dış politikayı
Kıbrıs konusu dışında başarılı buluyor.
İsrail-Türkiye konusunda söyledikleri de ilginç: Eğer İsrail
Alman, Fransız ya da İtalyan vatandaşlarını açık denizde öldürmüş olsaydı farklı mı davranırdık diyor, Türkiye’nin tepkisini makul buluyor.
Grenoble Science Po’dan Jean-Paul Burdy daha da ileri gidip Fransa’daki sağ iktidarın,
Almanya ve
Avusturya gibi ülkelerin Türkiye’nin AB üyeliğini iç
siyaset gereği araçsallaştırdığını, değişimin ancak bu iktidarların değişmesi ile geleceğini vurguluyor.
Kısacası
Çarşamba akşamından itibaren Türkiye’deki tartışmayla buradakini karşılaştırdığınızda Fransızların bazı Türklerden daha az Fransız olduğunu görüyorsunuz.
Bir yanda korkularını yenememiş, komplekslerini aşamamış, Türkiye’nin diğer AB ülkeleriyle eşit statüde olması gerektiğini anlayamamış Türkler var, diğer yanda ise Türkiye’nin değişimini anlamlandırmaya çalışan ve takdir eden Fransızlar.
Ezikliğin aşılması şart
Görünen o ki Fransızların Türkiye’yi anlamalarını sağlamak, bazı Türklerin Türkiye’yi anlamasından çok daha kolay olacak. Çünkü ne yazık ki pek çoğumuz hala geçmişte, imparatorluğun çöküş yıllarının ezikliği içinde yaşıyor.
Bazıları, Türkiye ya da Türkiye adına konuşanlar sesini yükselttiğinde, kendini yıllardır eleştirenleri bu kez haklı nedenlerle eleştirdiğinde rahatsız oluyor. Ya eksenin değişeceğinden ya da Türkiye’nin Avrupa’dan kopacağından, Ortadoğululaşacağından korkuyor.
Belli ki Türkiye’nin kendini önce kendisine sonra da başkalarına anlatması gerekiyor. Bizim hep birlikte değiştiğimizi görmemiz şart. Hükümeti eleştirelim, Başbakan Erdoğan’ı uyaralım ama kendimizi de tanıyalım...