Hilmi Yavuz


Dün Hilmi Yavuz’un 75. doğum yıldönümüydü. Ama ne yazık ki benim yazı günüm değildi. Gerçi benim yazıma denk gelmeyen bir günde doğmak Hilmi bakımından bir tâlihsizlik, en azından bir ihtiyatsızlık olarak telâkkıy edilebilse dahî bunu da pek fazla ciddîye almamak gerekir. Zîrâ bu dünyâya hiç gelememiş olanlar da var. Gerçi ben onun doğum gününü bir gün önceden de bir yazıyla kutlayabilirdim ama gâvurlar erken tebrîkin uğursuzluk getireceğini söylerler. Eh, biz de elhamdülillah yarı gâvur olduğumuzdan bu kurala riâyet etdik Cebâb-ı Hakk’ın ve Hıristos’un izniyle. Peki, kimdir Hilmi Yavuz? Hilmi Yavuz’un en önemli ve karakteristik husûsiyeti benim arkadaşım olmasıdır. Hem de en kıdemli arkadaşım! Tam 57 yıldır dostuz! Dile kolay. Hilmi bunun yanısıra, ikinci dereceden ehemmiyeti hâiz olmak üzere, parlak bir entellektüel, çok iyi bir felsefeci, denemeci, hınzır bir mizahçı ve olağanüstü iyi bir şâirdir. Felsefeye olan derin âşinâlığı onun şiirini de etkilemiş ve bence onu “bilge şâir” (poète savant) dediğimiz kategoriye dâhil kılmışdır. Türk Şiiri 18. Yy.’dan bu yana zannedersem iki ana damar üzerinden akar: Biri Nedîm, Yahyâ Kemâl, Attilâ İlhan üzerinden uzanan dünyevî “muzafferiyetçi” (triomfalist) damar; öbürüyse Şeyh Gaalib, Ahmed Hâşim ve muhtemelen Sezâi Karakoç üzerinden gelen daha bir mâneviyyetçi “mütefekkirâne” (komplantatif) damar. Ben kendimi Nedîm Çizgisi’ne mensûb addederim. Hilmi ise Şeyh Gaalib Çizgisi mümessillerindendir kanaatimce. Fakat ister öyle ister böyle olsun bu, bizlerin yaşayan en büyük iki Türk şâiri olduğumuz hakıykat-i bedîhiyyesini değiştirmez! Mesele sâdece kimin en büyük ve kimin ikinci büyük olduğudur. Ben Hilmi’nin bizzat bulunduğu yâhut onun kulağına ulaştırılması mümkin muhitlerde dâimâ onun en büyük olduğunu vurgular ve tevâzuyla ikinciliğe râzı gelirim. Fakat onun haberi olmayacağından emîn bulunduğum yerlerde gerçeği merdce haykırmakdan da geri kalmam. Ne yapayım, huyum böyle. Yalan söyleyemiyorum. Zâten ömrümde hiç yalan söylemedim! Ola ki mecbur kalmış bulunayım... Garibdir, nasıl Fâzıl Hüsnü denilince akla ilk olarak “Çocuk ve Allah” gelirse Hilmi Yavuz dendi mi de ilk akla gelen mısrâ hemen dâimâ “Hüzün ki en çok yakışandır bize” olur. Aslında hüzün Hilmi’nin şiirlerini, bâzen çaktırmadan uzakdan bile olsa, mütemâdiyen tâkıyb eder. Ama çoğu kez gizlenmeğe bile gerek görmez: “Kalp kalesi ben sana sürgün, sen bana hüzün Kırgındır yollar döndükçe Ve kimbilir hangi soyunda güzün.” Tabii Yaşayan En Büyük Türk Şâiri olarak 75. Doğum Yıldönümü’nde ona manzum bir doğum günü armağanı vermesem olmazdı. (Cümledeki usturuplu üslûba dikkatinizi çekerim: Kimin “en büyük” olduğu belli değil!) O bakımdan Meram Bağları’ndaki av köşküme kapanarak dört buçuk ay geceyi gündüze katmak sûretiyle zor belâ yetiştirebildiğim şu dörtlüğü de azîz dostuma takdîmden şeref duyuyorum: “Dünyâda en âsûde hayat sende değil mi? Fâşet bize âsûdeliğin sırrını, Hilmi! Herkes saâdet, ah saâdet rağmına mestken Sen kaç kere, kaçyüz kere görmüşdün o filmi? Doğum günün kutlu olsun, Ocağlı Karındaşım! Happy birthday, Old House!

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER