Geçen hafta STAR sayfalarında yayınlanan “
Cemaatler Gerçeği” dizisi, önemli ve aydınlatıcıydı.
Dört sosyal bilimcinin birlikte yürüttüğü ciddi bir araştırmaya dayanan dizi, epey de ezber bozucuydu:
Türkiye’de “cemaat” denince devreye giren iki temel önyargının ikisinin de yanlış olduğunu gösteriyordu.
Bu önyargılardan ilki,
modernleşme ile birlikte cemaat yapılarının da ortadan kalkacağı ya da “kalkması gerektiği” yönündeki fikr-i sabitedir. Bu yüzdendir ki, Kemalist
laiklik, dini cemaatleri yok edilmesi gereken zararlı yapılar olarak görmüştür ve baskılamıştır.
Bu baskının son dönemlerde azalması, Kemalistleri derin “endişelere” gark ediyor. Kendilerinden sıkça duyabileceğiniz “cemaatler her yerde cirit atıyor” gibi traji-
komik şikayetlerin sebebi, bu. (Ülkemizde “cirit atmak” diye bir enteresan bir suç var yani.)
Modern
toplum ezberleri
Oysa, “Cemaatler Gerçeği”ni araştıran sosyal bilimcilerin de belirttiği gibi “modern toplumda cemaat olmaz” kabulü, çoktan terkedilmiş bir 19. yüzyıl yanılgısıdır. Aksine, örneğin, “Amerika’da cemaat kimliği ulusal vatandaşlık kimliğinden önce gelmekte” ve “cemaat kimliği burada pozitif bir değer ifade etmekte”dir.
Bu konudaki ikinci önyargı ise cemaatlerin sadece dini yapılar olduğunun sanılmasıdır. Oysa, araştırmacıların da isabetle tespit ettiği gibi, ADD,
ÇYDD, Masonlar veya Rotary Kulüpleri de pekâlâ cemaat olarak değerlendirilebilir.
Durum böyledir, çünkü
Yasin Aktay hocanın yerinde teşhisi ile “Türkiye bir cemaat toplumudur.” Yani cemaatleşme eğilimi, hem dindarlar hem de lâdiniler arasında güçlüdür.
Konuya “bireysellik” açısından bakanlar, bunu “kötü haber” sayabilir. Fakat araştırmacılar dini cemaatlerin giderek dışa açıldığını ve “cemiyete dönüştüklerini” de tespit etmişler. Ömer Çaha hocanın ifadesiyle, “üyelerini atıl, pasif, az ile yetinen bireyler haline getirmek yerine daha fazla üretmeye çalışan bireylere dönüştürdüğünü” gözlemlemişler.
Kanımca dini cemaatler devlet baskısından özgürleştikçe bu “cemiyete dönüşme” ve “bireyi güçlendirme” eğilimi artacaktır. Çünkü yakın zamana kadar bunların olmayışının bir sebebi sosyal yapı ise, bir diğeri ceberrut laikliğin tehditleri karşısında “kendini korumak için kabuğuna çekilme” ihtiyacıydı.
Bugün dini cemaatlere “şeffaflaşın” telkininde bulunanlar, meselenin bu yönünü de görmeli, yani şeffaflaşmanın ancak “kendini güvende hissetme”yle geleceğini bilmeliler. O güven de, kuşkusuz, ancak daha fazla
demokratikleşme ile sağlanacak.
Cemaatten bireye
Gelelim “cemaat içinde bireyselleşme” bahsinin en az sosyoloji kadar önemli olan kısmına, yani ilahiyatına...
Yazının başlığını “toplumun cemaatleri ve
Allah’ın kulları” diye seçmekle bir kanaatimi vurgulamak istedim: Cemaatler toplumsal yapılardır ve toplumsal ihtiyaçlara göre değişebilirler. Oysa birey ile Allah arasındaki “kulluk” ilişkisi, toplumsal ilişkilerden daha önemli ve daha sabittir.
Dolayısıyla da hiçbir
Müslüman, mensubu olduğu cemaate olan sadakatini Allah’a olan sadakati seviyesine çıkarmamalı, ikisini eşdeğer veya eşanlamlı zannetmemelidir. Cemaat yardımıyla dini anlamak kadar, din yardımıyla cemaati sorgulamayı da denemelidir.
Aynı şekilde hiçbir cemaat de kendini
hizmet etmeye çalıştığı hakikatin yegane temsilcisi olarak görmek hatasına düşmemeli,
Bediüzzaman Said Nursi’nin şu isabetli hatırlatmasını unutmamalıdır:
“Mesleğim haktır veya daha güzeldir demeye hakkın var. Fakat, hak
yalnız benim mesleğimdir demeye hakkın yok.”