Ergenekon davası kapsamında
Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanması, Batı'da ciddi eleştirilere neden oldu. Tam da gözaltıların oluşturduğu negatif havanın
tavan yaptığı günlerde
Avrupa Parlamentosu'nun kabul ettiği raporda, iki gazeteciye ismen atıf yaparak, '
basın özgürlüğünden endişeliyiz' denildi.
Tepkiler bu raporla sınırlı kalmadı.
Basın özgürlüğü konusunda endişelerin arttığını belirten Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi
Stefan Füle,
Türkiye'deki basın ve
ifade özgürlüğü konusundaki yasaların AB yasaları ile tam olarak örtüşmediğini söyledi. AP raporunu kaleme alan
Ria Oomen Ruijten ve AB-Türkiye Karma Parlamento
Eşbaşkanı Helene Flautre de aynı kaygıları dile getirdi. AP Sosyalist Grup Başkanı
Martin Schulz ise "Gazetecilerin hapishaneye konulması, Türkiye'nin üyelik sürecine
yardım etmez." dedi. Tepkiler siyasetçilerle de sınırlı değildi. Birçok medya örgütü ve
sivil toplum kuruluşunun yanı sıra ciddi gazeteler de başyazılarında kaygılarını dile getirdi.
Yoğun eleştiriler üzerine
Savcı Zekeriya Öz'ün, yaptığı şu açıklama da iç ve dış eleştirileri kesmeye yetmedi: "Soruşturma, bir kısım basın mensubunun gazetecilik görevleri, yazdıkları/yazacakları yazılar, kitaplar ve ileri sürdükleri görüşleriyle ilgili olmayıp, Ergenekon
terör örgütü davası kapsamında elde edilen ve
soruşturmanın gizliliği nedeniyle bu aşamada açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım delillerin değerlendirilmesi sonucu yapılması zorunlu hale gelen hukuksal bir işlemdir."
Gösterilen duygusal ilk tepkilerden sonra birçok gerçek ortaya çıktı. Ahmet Şık'ın aslında Nokta'nın
kapak yaptığı
darbe günlükleri haberini yazmadığı;
Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte yazdıkları 'Kırk Katır Kırk Satır' adlı kitabın aslında süreci destekleyen değil, Orhan Miroğlu'nun ifadesiyle davayı 'külliyyen zararlı' gören bir yaklaşıma sahip olduğu; İmamın Ordusu kitabının şimdiye kadar
Gülen aleyhtarı onlarca kitaptan farklı iddialar içermediği; mahkemenin kitaptan çok, Ergenekon
terör örgütüyle bağlantılı kişilerce organize şekilde yürütülen yazım sürecine odaklandığı; iddia edildiği gibi polisin İthaki Yayınevi'nde kitabın dijital kopyasını
imha etmediği; Doğan Kitap'ın bu kitabı tarafsız bulmadığı için basmayıp Ahmet Şık'a iade ettiği ve benzeri bilgiler karşısında, ilk günün heyecanıyla acelece hüküm veren insaflı herkes duruşunu gözden geçirdi. Muhtemelen birçoğu da
iddianame ortaya çıkınca yaklaşımını gözden geçirecek.
Ama farz edelim ki, Şener ve Şık hakkındaki yargı süreci baştan sona yanlış ve eleştiriler yerden göğe kadar haklı. O zaman basın özgürlüğü,
demokratikleşme ve yargı süreci konusunda duyarlı olan Türkiye'deki ve Batı'daki çevrelerin aynı hassasiyeti, MHP ve
CHP'nin
Ergenekon sanıklarını milletvekili yaparak yargıdan
kaçırma çabası karşısında da göstermesi gerekecek.
Çünkü baştan beri
Ergenekon davasını hafife alanlar bir kenara ayrılırsa, Şener ve Şık konusunda sesini yükselten çevrelerin önemli bir kısmı, Ergenekon davasını Türkiye'nin demokratikleşmesi için tarihî bir fırsat olarak görüyorlardı. Mesela, Avrupa Birliği'nin son İlerleme Raporu'nda,
Balyoz davası,
Kafes Eylem Planı, kamuoyunda AK Parti'yi ve Gülen'i bitirme planı olarak bilinen
İrticayla Mücadele Eylem Planı özetlenip yargı süreciyle bazı eksikler hatırlatıldıktan sonra sonuç olarak şöyle deniyordu: "Suç örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon adlı oluşuma ilişkin soruşturma ve birçok başka darbe planının araştırılması, demokratik kurumların düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için bir fırsat olmayı sürdürmektedir."
Bu satırlar yazılırken, nihayet partilerin
aday listeleri netleşti. MHP, Balyoz sanığı
emekli Korgeneral Engin Alan'ı, CHP de Ergenekon sanıkları Mehmet
Haberal ve Mustafa Balbay'ı aday gösterdi. Son referandumda, en çok kendisine acı çektiren 12
Eylül'ün yargılanması için yapılan düzenlemeye bile hayır diyen MHP'yi bir yana koyalım. Ya kendini sosyal demokrat diye tanımlayan CHP?
Yunanistan,
Portekiz ve İspanya'da sosyal demokrat partiler,
demokrasi karşıtı güçlerle mücadelenin öncüsü olmuştu. Geçen hafta Yunanistan'da derinlere dokunan Savcı Christos Sartsetakis'i, sosyal demokratların oylarıyla nasıl
cumhurbaşkanı yaptığını yazmıştık. Türkiye'de ise sosyal demokratlar bu süreci sabote etmekle meşgul.CHP, retorik olarak derin devlete, kontrgerillaya,
12 Eylül düzenine karşı olduğunu söylese de bu tavrıyla karanlık yapıların devamından yana
tercih yapmışa benziyor. Bakalım, Şık ve Şener olayında ayağa kalkan Türkiye ve Avrupa'daki çevreler, mesela Sosyalist Enternasyonel, Ergenekon sürecine yapılan bu müdahaleye ne tepki verecek?