Onsekiz senesini Van'da geçiren
Bediüzzaman Hazretleri'nin Van hayatının en yakın şahidi Molla Hamid Ekinci'nin hayatı ve hatıraları üzerine
İhsan Atasoy Bey bir çalışma yapmış.
Kitaptan bazı bölümler aktararak bu çalışmayı tanıtmak istiyorum:
Zeyneddin
Burak, Bediüzzaman'a talebe olmak için medresesine gittiklerinde; "Peki ama, benim bazı şartlarım var. O şartları kabul e
derseniz tamam... Benim ile başlayan bir daha geri dönmeyecek. Hayatının sonuna kadar benimle beraber olacak!" dediğini söylüyor. Demek ki uzun soluklu bir beraberlik istiyordu.
Nurşin Camii'nde vaaz ve
nasihat ederken Üstad Hazretleri gençlere
ibadet konusunda nasıl yaklaşılması gerektiğini; talebelerine, cemaate hatta hocalara şöyle anlatıyordu: "Kardeşim fikirlerinizi yenileyin. (...) Ben bir gence önce iyilikle söylerim. Sonra, 'Farzları yaparsan seni
hediye ile taltif ederim' derim. Yine yapmazsa bir tarafa çekilip ağlayarak, 'Ya Rabbi bu genci yakma, merhamet et! Çünkü
ıslah etmek Sen'in elindedir!' diye yalvarırım. (...) Mühim olan, onu cehennemden ve bataklıktan kurtarmaktır."
Molla Hamid diyor ki: "Zernabat suyunun yakınında bir çilehane vardı. Çilehanenin kapısı yoktu. Üstad Hazretleri şehre gitmişti. Tam çilehanenin önündeki derede bulunan büyük bir kavak ağacına göz dikmiştim. 'Bundan iyi kapı ve pencere olabilir.' diye arkadaşım Hasan'la o ağacı kökünden kestik. Çoravanis'ten getirdiğim malzemelerle kapıyı ibtidâî de olsa yapıp taktık. 'Hz. Üstad gelecek, görecek, bizi taltif edecek' diye seviniyordum. Akşama doğru geldi. Selam verdi ve manzarayı geriden seyretti. Ağacın kesildiğini görünce benimle konuşmadan, üzerinde
vakit namazlarını kıldığı yekpare taşın üzerine oturdu. Derin derin düşünmeye başladı. Çok üzüntülü bir hali vardı. Yanına vardım dedim ki: 'Seyda,
kurban, hayırdır? Bir akraban veya bir yakının mı ölmüştür? Yoksa başına bir hadise mi geldi?' Üstad beni hayrete düşüren bir
cevap verdi: '
Hayır kardeşim, biz sana bir vazife verdik. Fakat sen gidip benim sabahları ders ve zikir arkadaşımı kökünden kesmişsin, buna çok üzüldüm. Gözüm yaşla doldu. Keşke bunu kesmeseydin, kapı da yapmasaydın!' dedi. Eyvah baltayı taşa vurmuşuz. Boynumu büktüm, affımı diledim. Şimdi bana soruyorlar 'Kim bu Bediüzzaman diye?' İşte Bediüzzaman, ağacın kesilmesine bile ağlayan insan... O tarihlerde Erek Dağı dipten tepeye kadar ağaçlarla kaplıydı."
Molla Yasin diyor ki:
"Bir gün Erek Dağı'ndan Van'a gidiyorduk. Yolda dedim: 'Üstadım, sen dünyada üç şeyi yapmadın. Biri teehhül (
evlenmek), ikincisi ilmî kisveye girmek, üçüncüsü de Hicaz'a gitmek... Bunların sebebi nedir?' Şöyle dedi: 'Evlenmedim. Çünkü fâniyim, fâni olanı istemem. İsterim bir Yâr-ı Bâkî isterim. Dînî (ilmî) kisveye girmeme sebebi ise,
Allah bir adamı sevse, ama
halk yüzüne bakmasa ne önemi var? Ben de öyle olmak isterim. Kisve giyeyim, halk beni büyük tanısın, elimi öpsün istemem. Hicaz'a gitmeye gelince, benim neyim var ki, Hicaz'a gideyim?' dedi. Yine bir başka gün hocalarla beraber otururken Üstad'a bu konuları sormuşlardı. Üstad şöyle cevap vermişti: 'Kardeşim, parası olana hac farzdır. Benim o kadar param olmadı. İkincisi, sakal meselesi. Ben, padişahlar zamanından beri hapislere, gözaltılara tâbî tutuldum. Hapiste saç ve sakal kesiliyordu.
Sakalımın kesilmesinden ise başımın kesilmesini
tercih edecektim. Evlenme meselesine gelince, âhirzaman insanları helâke giderken, evlenme meselesi aklıma bile gelmedi. Devamlı tarassut,
sürgün ve hapisteyken zaten evlilik olmazdı!' demişti."
Bu araştırmadan "Başit"in "Baş şehit" ve Erek Dağı'ndan çıkan, "Zernabat Suyu"nun "Altın Su" mânasına geldiğini de öğrenmiş olduk.