'İstanbul Türküleri': Var mı, yok mu?


Bazı müzik eserlerinin baş tarafındaki "Anonim" lâfını hiç anlamamışımdır. Sahibi belli olmayan, bilinmeyen anlamına gelen anonim sözünü açıklayan en iyi Türkçe deyim, "Kimvurduya gitmek" olabilir meselâ. Nerde anonim sözü geçse, ihtiyatlı olmak gerektiğine inanırım; meselâ bir türkünün nasıl olup da anonim sayılacağını kesinlikle havsalam almaz ve aklıma hep şöyle bir komik manzara gelir: 30-40 kişi köyün meydanlık yerinde oturup hep birlikte türkü bestelemektedir ve uzaklardan bu türküyü dinleyen derleyici, türkünün kime ait olduğunu çıkaramadığı için nota kâğıdının üstüne, "Anonim" yazmıştır! Böyle şey olur mu hiç? Olmaz tabii; sahibi unutulmuş eserlere anonim etiketi konulur elbet fakat bizim halk türküleri geleneğinde, "Türkü dediğin anonim olur; halkın öz bağrından kopup fışkıran bu ılgıt ılgıt nağmeler filan..." diye bir yuvarlama adeti icat olunmuştur. Her türkünün bir bestecisi veya türküyü yakan kişi elbette var ama bilmiyoruz. Derleyici deyince akılma geldi; biliyorsunuz bizde türküler evvela yöre veya şehir isimleriyle etiketlendiriliyor: Orta Anadolu dolaylarından dediğinizde % 95 doğruyu tutturmak mümkündür fakat "Marmara dolaylarından" anonsuyla türkü takdim edildiğini hiç duymadım; onun yerine "İstanbul türküsü" tâbiri vardır ama... İyi de, İstanbul, bütün bir Türk milletinin köylülüğünü üzerinden alıp onları şehirli yapan yer değil midir? İstanbul şarkısı denilse anlarız da İstanbul türküsü de neyin nesidir? Türküleri sadece köylüler mi yakar ve söyler; şehirlerde halk musikimizin aktığı bir mecrâ var mıdır? "Herşeyden anlıyorsun be adam; bari müzikolojiye bulaşma" diyenleriniz çıkacaktır mutlaka; ne yapayım, merak işte. "Amatör uğraşılarımız aslında hakiki mesleklerimizdir" diye bir söz duymuştum. Müzikoloji benim amatörce uğraştığım bir konu değil; geçenlerde İstanbul 2010 Ajansı'nın yayınladığı ilginç bir kitabı karıştırırken takıldı bu sualler aklıma. Kitap İstanbul Türküleri'ne dair. İTÜ Türk Musikisi Konservatuarı öğretim görevlilerinden Süleyman Şenel tarafından kaleme alınan "İstanbul Çevresi Alan Araştırmaları" isimli iki ciltlik kitabın adı ve görünüşü ilk başta okuyucunun gözünü korkutacak, "Okuma beni" dedirtecek bir tehdid saklıyor gibi görünse de aslında herkesin zevkle okuyacağı güzel bir halkiyat kitabı. Mahiyetini özetleyeyim: Sene 30'lu yıllar. Genç Türkiye Cumhuriyeti, kültür politikaları icabı Osmanlı geçmişinden yüz çevirip, "Ne varsa Anadolu'da var" yaklaşımıyla Anadolu'nun kültür varlıklarını tesbit ederek o varlığı batılı teknik ve usûllerle harmanlayıp Türk müziğine çağ atlatma hamlelerine girişmezden evvel, mevcut durumun bir envanterini yapmak istiyor. Ankara'da bir Devlet Konservatuarı kuruluyor ve bu kuruma bağlı olarak bir de folklor arşivi şefliği tesis ediliyor. Bu birimin başına Halk musikimizin efsane isimlerinden ve o günlerde Sivas Lisesi (Ayıptır söylemesi, fakir de okudu o lisede) musiki muallimlerinden Muzaffer Sarısözen (Öğünmek gibi oluyor ama hemşehriyizdir!) tayin ediliyor. Bizim ilk ilmî "Derleyici"miz rahmetli Sarısözen sayılabilir. Bu teşkilat, bütün illere anket formları dağıtarak işten anlayan öğretmenler aracılığı ile geniş çaplı bir ön tarama faaliyeti başlatıyor. 1937'de işe başlayan Sarısözen ve arkadaşları, 1952 yılına kadar her sene katır sırtına yükledikleri "Modern" ses kayıt cihazları ile Anadolu'yu geziyor ve derlemeler yaptıktan sonra tuttukları kayıtları Cebeci'deki konservatuarın bir odasındaki dolapta muhafaza ediyorlar. Kitabın hikâyesi, 1985'te genç İTÜ Türk Musikisi Konservatuarı öğrencisi Süleyman Şenel'in Ankara'daki binaya gidip Sarısözen yadigârı folklor arşivinde araştırma yapmak için müracaatta bulunmasıyla başlıyor. Yarım asırdan beri dolapta pek kimsenin ilgisini çekmeden bekleyen derleme kayıtlarının kitap haline gelişinin encâmı budur. Radyolardan duymaya alıştığımız, "Yozgat yöresinden bir sürmeli", "Acıpayam dolaylarından bir kına havası" tarzı takdimlerin kaynağı da işte bu arşiv. Sarısözen ve arkadaşlarının 15 yıl süren çalışması bir tarafta Anadolu'nun kültür envanterine önemli bir katkı sağlarken, öte yandan "Halk Musikisi-Yüksek zümre musikisi" gibi garip ve yanıltıcı bir tasnife de zemin hazırlamıştı fakat o faslı geçiyoruz. Yeniden o soruya, yani İstanbul Türküleri meselesine dönüyoruz, çünkü 2010 Ajansı tarafından yayınlanan kitap, sadece "İstanbul yöresi"nde vaktiyle yapılan türkü derlemelerine dair kayıtlarını (Kitabın ekinde bir de CD sunuluyor) ihtiva ediyor. Yazarın bu soruya verdiği cevap şudur: "Elimizdeki İstanbul etiketli eserlerin büyük kısmının, 19. yüzyıldan 21. yüzyıla taşınmış ve yoğunlukla 20. yüzyılın duygu ve sanat anlayışı ile biçimlendirilmiş eserler olduğunu düşünüyorum." Bu hükümden çıkarılacak mânâ, bütün memlekete kültür eseri ihraç eden ve bütün yurttan kültür eseri ithal eden o muazzam deponun, adeta dev bir musiki imalathanesi gibi halk musikisine ağabeylik ederken, kendi havalarını ayrı tutacak itinayı göstermekte yer yer zaafa düşmesi olabilir; nitekim kitapta yayınlanan derleme kayıtlarına "İstanbul türküsü" diye geçirilen pek çok eser, aslında kaynak kişinin asıl memleketinden, meselâ Rumeli'nden, Bursa'dan, İzmir'den, Adapazarı'ndan duyup öğrenmiş olduğu havalardır. Bu bir anlamda taşrasının İstanbul'u ele geçirişi, ona kendi varlığını armağan edişidir ama bu tesbit elbette İstanbul'un kendine mahsus bir musiki şivesi, bir türkü dağarcığı olmadığı şeklinde de anlaşılmamalıdır. Bütün memlekete karakterini veren İstanbul, bir parça kendini ihmâle uğratmıştır o kadar. Kâtibim türküsü, İstanbul'un değilse nereye ait olabilir ki? Ya o gülden nâzik, sümbülden nârin ninniler... Ya, "Fındıklıdır bizim yolumuz" türküsü, ya Sabâ makamının en güzel türkülerinden "Mendilimin yeşili" veya "Telgrafın tellerine konan kuşlar" veya İstanbul tulumbacılarının o meşhur "Besmeleyle biz yangına gideriz" havası... O türkü öyle değildi galiba diyeceksiniz; haklı ve haksızsınız; haklısınız çünkü o tulumbacı havasını bugüne kadar hep "Yangın olur biz yangına gideriz" diye duyduk; haksızsınız çünkü "Besmeleyle biz yangına gideriz" sözleri, o cümlenin asıl hâli. TRT denetiminin doğradığı türkü sözleri, değil bir pazar yazısı, şöyle enine boyuna incelense kitap olur vallahi; "Besmele" laikliği incitir, başımıza iş almayalım diye denetçinin biri o güzel türkünün sözlerini "laisize" edivermiş olmalıdır. (Bu konuda müzikologlarımızdan himmet bekleriz doğrusu!) Ne garip ülkedir şu bizimkisi? Artık pek İstanbullu kalmadı ama en azından İstanbul'un yeni sâkinleri bu değerli yayından haberdar olsunlar istedim. 2010 Ajansı'nı ve yazarı Süleyman Şenel'i (geç de olsa) bu güzel yayından ötürü kutluyorum.
<< Önceki Haber 'İstanbul Türküleri': Var mı, yok mu? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER