Ergenekon davası başlayalı dört yıl oluyor.
Ümraniye’de bir evde el
bombaları bulunmasıyla başlayan süreçte tam 18 dalga yaşandı..
OdaTV’ye
baskın sonrasında, öyle hassas sinir uçlarına dokunuldu ki, büyük tepkiler ve refleksler geldi akabinde..
Ve son bağlamda
Nedim Şener ve
Ahmet Şık’ın tutuklanması ve Şık’ın “İmamın
Ordusu” kitabının basılmadan yayının durdurulması hadisesi..
Üzerinde bu kadar tantana kopartılan kitap, aslında 10 yıldır dile dolanan bazı iddiaların tekrarından ibaret.. 90’lı yılların başında düzenletilmiş bir sözde istihbarî rapora dayandırılarak, bu iddiaların çerçevesinde bir dizi kitaplar yazıldı.. İçerikler hemen hemen aynı. Hemen hepsi de kütüphanemin mümtaz bir köşesinde mevcut..! En son halkası da İmamın Ordusu. Bunun için para vermeye gerek kalmadı, zira
sanal âlemde uçuşup duruyor!
…
Hani meşhur bir söz vardır ya:
“Müflis tüccar, eski defterleri karıştırır dururmuş” diye…
Birileri de yapılan bazı
kanunsuzlukları peçelemek ve perdelemek için, her önemli virajda aynı iddiaları pişirip pişirip ileri sürüyorlar.
İddia neymiş efendim;
Emniyetin içinde
Gülen’e sempati duyan kimseler varmış. -Bu iddianın değişik söyleniş şekilleri var.-
Konuyla ilgili Bugün’den A.
Yavuz Aslan güzel bir soru yöneltmişti:
“Gülen’e sempati duyanlar mı Emniyet’in içinde, yoksa Emniyetçiler mi Gülen cemaati içinde?”
Hanefi
Avcı gibi bazı Emniyetçilerin gözaltına alınması sonrasında ortaya çıkan bazı deliller, ikincisinin daha gerçekçi olduğunu ortaya koydu.
Böyle olması da normal. Ülkenin
emniyet ve güvenini sağlayan Emniyet, istihbarat birimleriyle ülkenin hemen her tabakasındaki grup ve topluluklar içerisine sızmış olabilir. Mümkündür.
Ha, Emniyet içinde de Sayın Gülen’e sempati duyanlar var mıdır? Marks’a, Lenin’e, Öcalan’a, Einstein’e, Ali Kuşçu’ya, Kazım Karabekir’e, Atatürk’e, Nazım Hikmet’e.. ilgi ve sempati duyanlar yanında, Sayın Gülen’e ilgi ve sempati duyanlar vardır.
Lady Gaga’ya ilgi duyanlar da vardır, bilmem kime de.. Ama içinde kime saygı ve sevgi duyarsa duysun, devleti ve milleti temsil eden bir devlet memurunun da tamamen kanunlar ve hukuk çerçevesinde hareket etmesi gerekir.
Sırf birisine saygı hissediyor diye kimseyi yargılayamazsınız.. Fikri takip yapamazsınız..! Ancak duygusal bağı ona suç işletiyorsa işte orada her şey değişir.
Peki, ortada müşahhas bir kanun dışılık var mı?
Yok.
En azından okuduğum o kitaplarda somut bir iddia göremedim.. Kamuoyuna yansımış bir olay, bir dava da yok..
Anca ne var, ilkokul sıralarında yazılan: “Berk, Pelin’i seviyoo..!” tarzı ifşaatlar..!
Kitabın “İmamın Ordusu” ismi ise ayrı bir garabet.
Ordu da, Emniyet de milletindir. Onun mensupları değişik memleketlerden, dünya görüşlerinden gelmiş insanlardan oluşsalar da, kanunlar ve görevler çerçevesinde kenetlenmişlerdir. Buna aykırı duranlar da idari ve hukuki yaptırımlarla zaten ayrıştırılmaktadırlar. Yakıştırmalar ise millete karşı saygısızlıktır.
Neyse, kitabın (basılmadan) toplatılması mevzusuna gelecek olursak:
Buradaki usul ve içerik tartışılır.. Tartışılmaya da devam edecek gibi…
Ama icraatın içinde özel görevli
Cumhuriyet Savcıları var..
Onların toplatma, yasaklatma taleplerini yerinde görüp oy birliği ile karar veren bir
mahkeme ve üyeleri var..!
Ve siz bu olayla ilgili Amerika’da
tedavi gören 70 küsur yaşlarında bir
emekli vaizi ilintiliyorsunuz!
Bir kere, o kararı veren Hakimlere karşı büyük bir
cinayet işliyorsunuz! Ne demeye getiriyorsunuz..?
“Ama canım, toplatılan kitap Gülen ile ilgili ya. O yüzden Sayın Gülen’i suçluyoruz!” diyor ya birileri..
Bir dakika;
Birisine sürekli saldırılırken, son saldırılardan birisi örgütsel bir faaliyet kapsamında toplatılınca, o saldırılan kişi nasıl suçlu konumuna geliveriyor?
Vuran mı suçlu, vurulan mı..?
Vurmak, karalamak derken..
Sayın Gülen de zaten yine buna benzer bir montaj
kaset furyasında, 28
Şubat sürecinde yurtdışına gitmemiş miydi? Hakkında yargısız infazın her türlüsü yapılmıştı. Birileri de kalkıp: “Düğmeye ben bastım” diye övünüp durmuştu ya..
Sonradan bu kasetlerin aynı odaktan hazırlandığı da ortaya çıktı, şu son ifşaatlar arasında… Bu zamana karşı da kimse çıkıp da, “O gün haksızlık yaptık. Bir insan bundan dolayı böyle yargısız infaza tabi tutulmamalıydı” özeleştirisinde bulunmadı…
Kasetler dedikleri de neydi:
Bir emekli vaiz, sohbete gelenlere; “Çocuklarınızı okutun, önemli gördüğünüz yerlere gönderin” şeklinde
tavsiyelerde bulunuyordu. “Ey Müslümanlar; bir lokma, bir hırka yeter. Çocuklarınızı alın okullardan, gitsin bir mağaraya inzivaya çekilip kıyameti beklesin” deseydi, hiç çıngar çıkmayacaktı hani..!
Anadolu insanı, tabii ki evladını kendi ülkesinin, kendi devletinin Askeriyesine, Emniyetine,
Adliyesine, Tıbbiyesine gönderecek… Demirel’in bir zamanlar dediği gibi, Arabistan’a filan mı göndermesi gerekiyordu?..
Mevzu çok su götürecek türden.. ve çok dağılmaya müsait.
Ama ortada büyük bir
soruşturma ve dava var… Bunu takip eden de savcılar, hâkimler var. Yahu kardeşim, bu insanlarla ilgili şüphelerin varsa da yaparsınız şikayetinizi, somut deliller varsa da bununla ilgili de gereğini yapacak tonla insan var, kurum var..!
Şimdi kalkıp herkes mesleki
dayanışma veya kendi adamına arka çıkma psikolojisiyle yaklaşırsa, adli mekanizma işleyemez hale gelir. Bu dava da uzadıkça da uzar ve de sakatlanır..
Ha şimdi de TSK’dan bir açıklama geldi:
Genelkurmay Başkanlığı, sitesinden yaptığı açıklamada, 163 askeri personelin,
Balyoz Davası kapsamında tutukluluk hallerinin devam etmesine anlam veremediğini buyurmuş… Kararı veren hakimlere Silahlı Kuvvetlerden uyarı..
Gazetecilerimiz, yazarlarımız filan, zaten herkes kendi arkadaşlarının serbest kalması için ültimaton verip duruyor..
Hani yargı bağımsızdı… hani güçler ayrılığı ilkesi filan..?
Hadi bunlar yetmezmiş gibi, bir de
Türkiye- AB Karma
Parlamento Komisyonu
Eşbaşkanı Helene Flautre’den geldiği iddia edilen bir açıklama: “Türkiye'de basına yapılan baskı, suçsuz insanların tutuklanması ve
Ergenekon davasını yakından izliyoruz. Türkiye bu vaziyette AB giremez.” demiş ve basın ve yargı üzerinde Gülen baskısı olduğunu eklemiş..!
Yahu, bu patates baskısı mı ki, bu kadar çabuk ve çocukça oluveriyor..!
Sayın Flautre’i geçen sene Strausburg’da bir toplantı vesilesiyle takip etmiş ve kendisine Ergenekon ve
Kafes Eylem Planları’nı bizzat sormuştum. Kendisi de bu davalar ve soruşturmalarla ilgili yargıya tam desteğini belirtmişti. Ortada bir yanlışlık olmasın? Ne değişti acep?..
Yanlış
hesap Bağdat’dan dönecektir…
“PUŞT PUSULAR”A DAİR OKUYUCU MEKTUBU
Bizim bir önceki, “Sahi, Neredeydiniz?” başlıklı yazıyla ilgili çeşitli takdir ifade eden mailler aldım. Bir okuyucumuz da takdirleri yanında, sözlerimize söz katacak beyanlar da eklemiş e-maline. Selami Gürel isimli okuyucumuz, son günlerdeki
Basın Özgürlüğü’ne dair ikiyüzlülüğe ve çifte standarda şöyle işaret ediyor:
“… Sanki 28 Şubatta – ÇANDAR, BİRAND, BİRDAL vb.- “arkadaşlarını ” katillerin önüne onlar atmamış, milyonlarca
darbe mağduru, darbe karşıtı bunları unutmuştu. Sanki başta sevgili
Necati ve gerçek demokratların
özgürlüklerini yeniden kazandırmak için yıllardır mücadelesini verdiği “ KÜRT VE SOSYALİST GAZETECİLER”
Odatv ya da darbe
kalemşörleri kadar bile
gazeteci değillerdi. Darbecilerin dünyayı bize cehenneme çevirmek isteyen faaliyetlerini belgeleriyle ortaya koydukları için yıllarca hapsi istenen GÖRMÜŞ, ALTAN, TAYYAR, KEKEÇ, BARANSU, MARGULİES, kapatılan NOKTA dergisinin başına gelenler sanki Tanzanya’da yaşanmıştı.
Sanki “Özgürlük” adına sokağa çıkmalarının, bir pusu olduğunu anlamayacak kadar salak sanıyorlardı herkesi.
Pusularına kamuflaj yapma dışında, sanki çok umurlarındaydı Ahmet Şık.
Sakın boyaları dökülen “özgürlük” sloganına, yanlarında yürüyen
temiz gazetecilere bakıp, kafanız karışmasın. Onlar ne pusudan vazgeçtiler, ne de puştluktan..”
Sözün bu son yerinde herkesin, usta kalem Nedim Hazar’ın
Aksiyon Dergisi’nde yayınlanan “Press: Bomba ile tekzip!” başlıklı sinema yazısını okumasını ve de yazıya konu bu filmi izlemelerini tavsiye ediyorum.. 30
Mayıs 1992’de “
Egemenlik kayıtsız şartsız DGM’nindir” manşetiyle yayınına başlayan, yayımlanan toplam 580 sayısının 486’sı hakkında dava açılırken, gazeteci ve editörleri de toplam 147 yıl
hapis ve 21 milyar lira para cezasına çarptırılan,
Musa Anter dahil 30’a yakın çalışanı öldürülen gazete, Özgür Gündem’e dair..
Böylesine
cinayetler işlenirken,
basın özgürlüğü, çalışanlarıyla birlikte katledilirken…
Bir daha sorayım,
“Sahi, neredeydiniz?”
Gazetecilerin o dönemde art arda öldürülmeleriyle ilgili gazeteci yazar Hasan Cemal’in kendisine sorduğu bir soruyu dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in: “Onlar, gazeteci kılığına girmiş militanlar, birbirlerini öldürüyorlar.” dediği gibi deyip, vicdanlarınızın üzerine yatıp…Şık’ın “İmamın Ordusu” kitabına destekle günah çıkarmış mı olacaksınız..?!
Yanlışı, bir başka yanlışla düzeltmeye kalkmak…
Matematikte; eksiyi eksiyle çarptın mı artı yapıyordu da, eksiyi eksiyle topladın mı yine eksi yapıyordu. Bir avukatın matematik hesabına ne kadar itimat ederseniz artık… Ama samimi ve dostane olduğuna inanmazını isterim. (07.04.2011)
www.kerpeten.biz
[email protected]