04.04.2011 tarihli
Yeniçağ Gazetesinde Behiç Kılıç ile
Vatan gazetesinden
Can Ataklı’nın köşeleri bir birinin aynısının tıpkısı-kopyası olan iki yazı.
Aynı günde, aynı konu ve üstelik konunun işleniş şekilleri bile aynı. Yani bizimkiler tam anlamıyla bir ‘pişti.’
Basın sosyetesine rüsva oldular vallahi. Konu; Başbakanın Irak’ın
Kürdistan bölgesi ziyareti. Amaç; başbakana,
Barzani ile ilişkileri üzerinden vurmak. Aslında bende yazmayı düşünmüştüm aynı konuda. Ancak haber 365’teki köşesinde
Mustafa Akyol bu konuyu o kadar güzel işledi ki, “sağ olsun bana söyleyecek söz bırakmadı.”
Bu fırsattan faydalanarak
baba Taha Akyol’a da bir göndermede bulunmam gerek. Taha (ağa)bey, hakkını vererek söyleyelim; oğlun senden hem daha demokrat, hem de daha da cesur galiba!
Bir de bozulan
ortaklık var şu sıralar medyada. Hrant Dink’in
tetikçi katili, ispiyoncu katil ortağını jurnallemiş, “asıl katil ben değil, beni
teşvik eden, cesaret veren gazete manşetlerini atanlar” diyor. Eee kirli ortaklıklar sadece hedefe varıncaya dek sürer. Sonrasında herkes kendi paçasını
kurtarma telaşına girer. Ancak anladığım kadarıyla çocuk çok geç kalmış, eski kurtlar kendilerini garantiye almadan böylesi bir işi yap(tırt)mazlar.
Dönelim bizim köşe ortaklarına. Can Ataklı gazete köşesiyle yetinmeyip, televizyon ekranlarında da laf kalabalıkları, farklı ajitasyonlar ve agresif yapısı ile her konuda iktidara salvolar sallayınca, kardeşi de
İş Bankası yönetim kurulu üyeliğine
CHP kontenjanından kolayca
terfi mi ediverdi acaba?
Ama yani hakkını yemeyelim, hak da etti. Dönelim Behiç Kılıç’a; terörü yöntem olarak seçen bir örgüte saldırmak başka, bir halkı her fırsatta aşağı görüp, onları kışkırtıcı bir dille rencide etmek ise çok çok başka. Çok merak ediyorum Behiç
beyin Kürt sorununa ilişkin çözüm yolları ne ola ki? Tamam; “
PKK-tukaka” diyorsunuz. Barzani; “peşmergebaşı ya da aşiret lideri.” Ya bu bizim Anadolu’da yaşayan
Kürtlere ne diyeceğiz? Kafamızı kuma gömsek; ‘ya Rab aslında onlar yoktular, varlarsa da, sen yoktan var eden, vardan yok et onları’ desek; gözlerimizi açtığımızda gerçekten de yok olurlar mı acaba? Kim bilir, belki de bütün dualarının kabul edileceği kadar mü’min bir kul sanıyordur kendini.
Sevgili dostlar yeniden tozutmaya hiç gerek yok. Malumunuz bizden önce tozutanlar, Kürdistan sözcüğünü
yasakladılar ki, bu sözcük yüzlerce yıl Osmanlı’da bir eyaletin adı idi. Sonra Kürtlere “siz aslında yoksunuz” dediler, dolayısıyla dilinizde yasak kültürünüz de dayatması yapıldı. Sonra mı ne oldu? Düzmece mahkemeler, Dersim’de, Ağrı’da hatta Özalp’de olduğu gibi topluca ölümler. Yetmedi, cezaevlerinde türlü türlü işkenceler.
Ama sonuçta bunlarda olmadı işte. Olmadığını bugün vardığımız nokta da göstermediyse size, artık benim şifreleyebileceğim yeni kelimeler de henüz oluşmadı dağarcığımda. Biraz sabırla bekleyeceksiniz, en az sizin değişmenizi de bizim beklediğimiz kadar.
Barzani’yi aşağılamak
Türkiye Cumhuriyetine ne kazandırır? Hadi düşünelim. İster
ekonomik boyutuyla, ister sosyal boyutuyla, ister askeri ve stratejik boyutuyla, isterse de
insan hakları demokrasi, iyi komşuluk ilişkileri,
ülke içindeki huzur ve barışa duyulan gereksinim boyutuyla!.. Sınırın hemen ötesindeki akrabalarını aşağıladığınızda dönüp kendi vatandaşınıza ne diyeceksiniz?
“Onlar kötü Kürt, siz iyi Kürtsünüz. Hatta aslında siz Kürt değil, Türk’sünüz derseniz daha iyi Kürtler mi olurlar? Hatta en iyi Kürt, ölü Kürt’tür’ mü diyeceksiniz utanmadan? Bunları söylediğimizde acaba daha fazla mı birlik ve bütünlüğümüzü koruyacağız? Böyle dersek mi, sınırlarımızın içinde ve dışında kalan bütün Kürtler’i PKK kucağına itip, “silahlı mücadeleden başka hak
arama talebinde bulunmak, Türkiye’de mümkün değil” söylemini haklı çıkarırız?..
Sahi o çokça bilen, engin tecrübeli yazar ve aydınlar, işin içinde iktidarı yıpratmak hesapları olmazsa “Kürdü hor görmek” kime ne
kazanç sağlayacak? Bir an için halkı galeyana getirme sevdasından vazgeçip, sağduyunun sesiyle konuşamaz mısınız?..