YGS'den sonra ortaya atılan 'şifreli
kitapçık' iddiaları üzerinde çok ciddi durmak ve herhangi bir suistimal varsa onu ortaya çıkarmak gerekiyor. Bundan hiç kimsenin şüphesi olamaz.
Şayet birileri sınava
hile karıştırmış, bu yolla bazı öğrencilere iltimas geçmiş ise suçlular mutlaka bulunmalı ve en ağır şekilde cezalandırılmalı. Zaten bu amaç için hem
savcılık harekete geçmiş durumda hem de müfettişler...
Basına dağıtılan kitapçıklarda şifre var iddiası üzerine
ÖSYM Başkanı açıklamalar yaptı ve Türkiye'de bir ilke
imza atarak sınava giren bütün öğrencilerin kitapçığını internete taşıdı. Çok net ve kesin konuşuyor ve gösteriyorlar ki hiçbir öğrencinin soru kitapçığında şifre bulunmamaktadır. Şayet mesele bu kadar şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılıyorsa herkesin aklına, "Acaba bu kitapçık işinin başka bir şifresi mi var?" sorusu takılıyor; takılmalıdır da. Çünkü öğrenciye dağıtılan soru kitapçığında şifre olmadığını bütün üniversite
hazırlık kurslarının yetkilileri söylüyor. Bir haksızlık ve iltimas söz konusu olsa en önce onların ayaklanması gerekmiyor mu? Oysa dershane yetkililerinin ortaya koyduğu tablo gayet net:
Sınavda herhangi bir iltimas söz konusu değil.
Manzara böyle; ancak bu olaydan kötü kokular almamak için duyu hislerimizin gerçekten dumura uğramış olması gerekiyor. Medyanın özellikle bir bölümü kafa karıştırmaya çok hevesli görünüyor mesela. Kuşkularını manşetlere taşıyan bazı gazeteler ne ÖSYM Başkanı'nın açıklamasını aynı büyüklükte görüyor ne dershane yetkililerinin beyanlarını. Daha da kötüsü, çok sinsi imalar yaparak meseleyi başka boyutlara taşımak isteyenlerin var olması ve o kişilerin nerede
mikrofon görse hemen üstüne atlayıp belli kesimleri zan altında bırakmak için tutarsız ve önyargılı laflar sarf etmesi.
'AKP karşıtlığı' ile övünen ve her meseleye o dar pencereden
bakan bir kısım medyanın şifreli yayınlarına
CHP de katılınca
manzara gayet netleşti. Galiba şu basit hesabı yapıyorlar: 1 milyon 700 bin insanın girdiği bir sınavda bazı şüpheler oluşturarak o kişilerin ailelerini hükümete karşı negatif etkilemek mümkün. Bu nedenle CHP Genel Başkanı bu konuya doğrudan girerek Başbakan'ı suçladı ve ortaya çıkan manzaradan Tayyip Erdoğan'ın 'ustalık dönemini' sorumlu tuttu.
Gördünüz mü bu memlekette en makul tartışılacak ve sonuna kadar araştırılacak bir iddia nasıl bir anda günlük siyasete malzeme edilebiliyor? Sandıktan çok da ümitli olmayan insanların (gazeteciler de buna dâhil) üniversite sınavına giren çocukların ve ailelerinin hissiyatını düşünmeden yaptıkları siyasî propagandanın insafla izanla açıklanması mümkün değil. Çünkü bu konu, siyasete
sakız edilecek bir konu değil!
Ortada öğrencilere dağıtılmış 'şifreli kitapçık' yok. Dolayısıyla o vahim senaryodan istifade eden biri yok. Her ferdin sınav sırasında kullandığı kitapçık internette duruyor. O zaman neyi tartışıyoruz?
Anlaşılan o ki
seçim yaklaştıkça her konu siyasi polemiklere alet edilecek. Toplumun bir kesiminde oluşturulmak istenen kuşku ve mutsuzluğun
iktidar partisi dışındaki siyasi yapılara oy getirmesi için yoğun kampanyalar yapılacak.
Diyelim ki şifreli kitapçık iddialarına neden olan birtakım hatalar, suistimaller vs. var. O zaman suçlu her kimse onların bulunup sorgulanıp cezalandırılması gerekiyor. Bu sebepl
e devlet harekete geçmiş durumda. Daha önce
KPSS için de benzeri iddialar ortaya atıldı. Savcılık
soruşturma yürüttü. Orada da sonuna kadar gidilmeli ve sorumlular bulunmalı. Hata yapan bedelini öder; ödemelidir de. Hukukî süreci nazara almadan
algı savaşı açanlar ve konuyu siyasete malzeme yapanlar sadece sınava giren çocuklara değil siyasi ahlaka da zarar veriyor. Seçimden birkaç puan kapabilmek için gencecik insanların istikbali üzerinden şüphe dolu senaryolar üretmeye gerek yok. Bir yanlışlık varsa iktidar-muhalefet el ele verir, soruşturma açılır, hatalı kişiler varsa en ağır şekilde cezalandırılır ve kamu vicdanını rahatlatacak bir formül bulunur. Yapılacak en kötü
tercih, sınavı siyasete alet etmektir.