Bir haftalık iznim boyunca süren "tam kopuş"tan sonra, geri dönüp neler olup bitmiş diye baktığımda, yorumlanmadan atlanamayacak en önemli gelişmenin
Ergenekon Savcısı
Zekeriya Öz'ün görev değişimi olduğu görülüyor.
Okurlarım, son dönemde bu
davanın gidişatıyla ilgili endişelerimi dile getirdiğim yazılarımı hatırlayacaklardır. Ama şu anda bunları bir kenara koyup bir minnet borcunu teslim etmenin zamanıdır.
Tarihi elbette toplumlar yapar. Toplumların kendi içlerinden çıkardıkları kahramanların bu tarih yapımı sürecinde özel bir yeri vardır.
Zekeriya Öz, böyle bir kahramandır.
Türkiye toplumunun
derin devletle hesaplaşma vakti geldiğinde kendi bağrından çıkardığı müstesna bir insandır; bir "cesur yürek"tir...
Onun adını ilk duyduğumuz, "kimmiş bu adam" diye merakla geçmişini öğrenmeye çalıştığımız günler geliyor aklıma. Gazetelerde yer alan ilk resimlerine bakıp, karakter tahlili yapmaya çalıştığımı, yüzünde kararlılık ifadesi görüp umutlandığımı bugün gibi hatırlıyorum.
Öz umutlarımızı boşa çıkarmadı.
Eğer onun gösterişten uzak, sabırlı ve kararlı çalışması olmasaydı, Ümraniye'deki
bombalama,
Danıştay suikastı ve
Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bomba olaylarını birbirine bağlayıp iz sürmeseydi,
Tuncay Güney'in ifadesi polis arşivinin tozlu raflarında kalacak ve Ergenekon Örgütü'ne belki de daha kaç yıl ulaşılamayacaktı.
Eğer onun ölümü göze alan cesareti olmasaydı, Türkiye'nin en "dokunulmazlar"ını
sanık sandalyesinde görmemiz mümkün olmayacaktı.
Öz'ün kararlılığı ve cesareti, siyasi iradenin desteğiyle birleşti ve bizler bundan on yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz şeyler yaşadık. Tarihimizde ilk defa
darbeci generalleri ve onların
sivil işbirlikçilerini yargılamak gibi bir
rüya gerçek oldu. Derin devlet çözüldükçe, devletin labirentlerinde tezgâhlanan kirli oyunlar açığa çıktıkça sadece eski
darbe planları deşifre olmadı; geleceğin
darbeci subaylarının da yüreğine korku salındı; ordu içindeki yurtsever subaylar cesaretlendi ve kahrolası bir gelenek sonlandırıldı.
Bütün bunlar demokrasimiz için geri alınması mümkün olmayan kazanımlardır ve bu büyük kazanımlar için demokratik bir Türkiye'de yaşamak isteyen her vatandaşın Savcı Zekeriya Öz'e minnet borcu vardır.
X x x
Belki biz yanıldık; belki Zekeriya Öz'ün hepimizi şaşırtan bu "İmamın
Ordusu" takıntısının geçerli bir sebebi vardı. Ama gerçek şu ki, o bunu bize anlatamadı. Suçlamalar bir kitap üzerinde dönüp durmaktan çıkamadı. Tutuklamaların üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen, sözü edilen o "çok gizli" delillerin ne olduğu bir türlü anlaşılamadı. Ne kitabın ana teması ile "
Ulusal Medya 2010" belgesindeki amaç örtüşmesi; ne de kitabın Ergenekon bağlantılı birilerinin telkin ve katkılarıyla yazılmış olduğu iddiası, yazarının
terör örgütü üyeliğinden yargılanmasına haklılık kazandıramadı. Böyle olunca da geriye, vicdanları rahatsız eden, kamuoyunda kuşkular yaratan anlamsız bir "kitap avı" kaldı.
İşin en
tehlikeli yanı da bu tablonun Ergenekon Davası'nın bütününe zarar vermesi, davanın haklı zeminini zedelemesiydi.
Oysa bu dava hata kaldırmayan bir davaydı. En başından bu yana, davada açık yakalamak için alesta bekleyenler iki gazetecinin tutuklanmasıyla birlikte bekledikleri fırsatı yakaladılar ve harekete geçtiler. "
Basın özgürlüğü" bayrağının arkasına gizlenip davayı çökertme harekâtına giriştiler. Dava hızla kamuoyu desteği kaybetmeye başladı. Çürük görünen tek bir nokta, bütün zemini sallamaya başladı.
Böyle bir tehlike göze alınamazdı.
Bu dava onun çocuğuydu. Ama çocuğun selameti için, acımasızlık gibi görünse de onun "babasının" elinden alınması gerekiyordu. Bence bu görev değişikliği bu yüzden yapıldı.
Şimdi bütün beklentimiz, davanın yeniden rayına sokulması ve son dönemde ortaya çıkan zaaflardan istifade "paçayı
kurtarma" hevesine kapılan Ergenekoncuların heveslerinin kursaklarında bırakılmasıdır.