Bankacılık sektörü son dönemlerde
tartışmaların yoğunlaştığı bir alan oldu.
Geçen sene sonunda
Merkez Bankası makro-finansal dengelerin sağlıklı sürdürülebilmesi için
kredi hacmindeki büyümenin
kontrol altına alınması gerektiğini söyleyerek munzam karşılıkları artırma sürecini başlattı. Kararlar
yerli ve
yabancı basında tartışıldı. Yükseltme son
Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında da devam edince tartışma büyüdü. Bunun ardından 'polisiye
tedbir' tartışması başladı. En son olarak, geçen hafta
İş Bankası Genel Müdürü, keçicilik yapacağını söyleyerek
bankanın genel müdürlüğünü bıraktı. Tüm bunlar, bizi soru
cevap şeklinde bir yazı yazmaya itti.
Türk bankaları çok mu kârlı?
Evet. Türk bankaları 2001 krizinden sonra hızla toparlandı. Bu süreçte, kârlılıklar dünya ortalamalarının üzerine çıktı. Bu arada, bankaların finansal sağlıklarının en önemli göstergelerinden olan
sermaye yeterliliği oranları da yine, dünyadaki sektör ortalamalarının epey üzerinde yer aldı. 2010 yılında,
Boston Consulting Group isimli
Amerika bazlı danışmanlık şirketinin hesaplarına göre dünyada bankaların sermaye kârlılığı ortalaması yüzde 4,8'den yüzde 9,6 seviyesine yükseldi.
Türkiye'de ise,
BDDK verilerine göre bu oran yüzde 22,9'dan yüzde 20,1'e indi. Yani her iki tarafta da bir normalleşme süreci yaşandı.
Dünyanın en büyük ekonomisi olan Avrupa'da 2010 yılında önemli bankalar içinde kârlılığı yüzde 20'lere yaklaşabilen bankaların sayısı son derece az: UBS ve BBVA.
HSBC ve
Unicredit gibi bankalarda ise kârlılık yüzde 10'ların altına iniyor; yani Türkiye ortalamasının yarısından daha düşük seviyelerde.
Bu iyi bir şey mi?
Bankalar açısından bu iyi bir şey.
Ekonomi açısından da bankaların kârlı ve sağlıklı olması kötü bir şey değil. Ancak, banka kârlılıklarının çok yüksek olmasının, diğer sektörlerden alınan bir '
vergiye' ve sektördeki
rekabet azlığına da işaret ettiği söylenebilir.
Bu başarı nasıl yakalandı? Bankacılarımız çok mu iyi?
Eğitim olarak banka çalışanlarının, Türkiye'nin diğer birçok sektörde çalışanlara oranla daha kalifiye olduğu söylenebilir. Türkiye'de bankacılık sektörünün uluslararası standartlara göre bazı açılardan oldukça ileride (örneğin,
kredi kartları), bazı açılardan ise geride olduğunu (örneğin proje finansmanı) da ekleyebiliriz.
Ancak yakalanan başarıyı sadece bankacılara atfetmek pek doğru değil. 2001 krizinde bankacılık kesimi ülkeye sonradan maliyeti 80 milyar dolara yaklaşan bir
enkaz bıraktı. Bugünkü bankacılık kesimi yöneticileri ve çalışanları o dönemlerde de aktifti. Demek ki, 2001'den sonraki olumlu değişimde, bankacıların dışında faktörler de etkili olmuş. Değişen makroekonomik ortam, güçlenen denetim ve
düzenleme gibi.
Merkez Bankası munzam karşılıkları neden artırıyor?
Kredi maliyetini artırmak ve bu yolla kredi talebini düşürmek için.
Bunu neden istiyor?
İç talebin artış hızını düşürmek için.
Kredi artışı ile cari açık arasında bire bir ilişki hesaplanabilir mi?
Çok zor. Bazı ekonometrik hesaplamalar yapılabilir. Ancak hesaplanan katsayıların güvenilirliğini belirlemek ve zaman ve şartlara göre sabit kalacağını söyleyebilmek güç.
Merkez Bankası, yayımladığı bir tabloda birtakım katsayılar açıklamıştı. Ancak bu hesaplamaları nasıl bir 'modele' göre ve nasıl bir yöntemle yaptığını bilmiyoruz. Farklı yöntemlerle hesaplanırsa farklı katsayılar ortaya çıkacağı kesin. Her şeye rağmen, açıklanan katsayılar Merkez Bankası'nın duruma hangi açıdan baktığını göstermesi açısından önemli.
Yükselen munzam karşılıklar bankacılık kârlarını azaltır mı?
Evet.
O halde bankacılar şikâyet etmekte haklı mı?
Kârları düşecek diye şikâyet etmekte haklı değiller. Zira Türk bankalarının kârlılığı zaten yüksek. Dahası, hızlı ve hesapsız kredi büyümesinin bir ekonomide saatli
bomba riski taşıyacağını artık biliyoruz. Ekonomi bir gün ABD'de olduğu gibi bir finansal krize girerse banka dışı kesimler kadar bankalar da sıkıntı yaşayacak.
Ancak şunu da ekleyelim: Sektörün bu dönemde yüksek kârlarla güçlenmesi uzun vadede Türk ekonomisi açısından iyidir. Uluslararası pazarda da Türk bankalarının gücünü artırır. Özellikle, artan kârlar dışarı çıkarılmak yerine sermayeye eklenirse. Dahası, kredilerin hızlı artması eğer sağlıklı bir çerçevede olursa Türk bankacılık sektörünü büyütür.
Yükselen munzam karşılıklar kurlar üzerinde nasıl bir etki gösterir?
Likiditeyi azaltmayı başarırsa (Merkez Bankası bunu istiyor) TL güçlenir.
Bu cari açığı nasıl etkiler?
Tek başına bakıldığında bu
politika cari açığı kötüleştirir.
Bu, Merkez Bankası'nın ve hükümetin geçen sene sonundan itibaren izlediği politikayla örtüşüyor mu?
Hayır; çelişiyor.
Bundan sonra Merkez Bankası munzam karşılıkları daha da artırabilir mi?
Zor. Zira, son artırımlardan sonra dünyadaki sıralamalarda yüksek sayılabilecek ülkeler arasına girdik. Ayrıca, oranlar daha da yükselirse Merkez Bankası önemli bir silahını kaybedecek.
Yükseltmelerden sonra Merkez Bankası amacına ulaştı mı?
Şu an itibarıyla hayır.
O halde Merkez Bankası bundan sonra ne yapacak?
Muhtemelen biraz bekleyerek alınan önlemlerin etkilerini görmek isteyecek. Bu arada diğer muhtemel önlemleri inceleyecek.
Diğer aktörler bu süreci destekleyebilir mi?
Evet. Örneğin, bazı kredi türelerinin (
tüketici kredileri gibi) üzerindeki vergi yükü ağırlaştırılarak Merkez Bankası yalnız kalmaktan kurtarılabilir. Bu tür önlemler Merkez Bankası'nın yetkisinde değil. Bu sayede kullanılan araçların birbirini desteklemesi sağlanarak etkinliği artırılabilir.
Sacit Safi'yi kaybettik
Turgut
Özal zamanında, DPT bünyesinde kurulan Yabancı Sermaye Başkanlığı'nda daire başkanlığı yapmış olan Sacit Safi'yi kaybettik. Sacit Safi, bir kültür insanıydı. Dahası bir 'insandı'. 'Aşk Tek Hece' şairi
Cemal Safi'nin de kardeşiydi. Nur içinde yatsın.