Şampiyon büyüme ve hurda demir...


2010’un tamamında büyüme oranı yüzde 8,9 olarak gerçekleşti. Bu rakam, yıllık bazda 2004’ten bu yana en yüksek büyümeyi ifade ediyor. Bu muhteşem büyüme oranı ile Türkiye, hem geçen yılın son çeyreğinde, hem de 2010 yılının tamamında Avrupa’da ilk sırada yer alırken, dünya ekonomileri arasında da Çin ve Arjantin’in ardından üçüncülüğe yerleşti. *** 2010 yılının yüzde 8,9’luk ekonomik büyümesini büyüteç altına alınca, Türkiye ekonomisinin de olumlu ve olumsuz bütün yanlarını birlikte görebiliyorsunuz… Bunlardan ilki, büyümenin en önemli iki ayağından birinin iç talep, diğerinin de özel yatırımlar olduğu… İç talep, banka kredileriyle, ileriye yönelik bir alım gücünü kullanarak büyümeyi kışkırtmış… Bu sağlıklı ve sürdürülebilecek bir özellik değil iken, özel yatırımların büyümeye katkısının yıllık bazda yüzde 5,4’e ulaşması ise son derece sevindirici… Üstelik yatırımların büyümeye katkısı, özellikle istihdam ve ekonominin geleceği açısından da önemli bir sağlık işareti… Ancak, yatırımların niteliğini göz ardı etmemek kaydıyla… *** Ekonomik büyüme rakamlarının bize gösterdiği en zayıf yan ise ihracatımızdan çok daha fazla büyüyen ithalatın yer aldığı dış ticaret kalemi. Dış ticaret, Türkiye ekonomisini geçtiğimiz yıl yüzde 4,4 oranında küçülttü… *** Dış ticaretin ekonomik büyümeye negatif etkisi zaten başlı başına büyük sorun… Gelirimizi ve ekonomik büyümemizi dış satıma dayalı bir hale getiremediğimiz için, ekonomi büyüdükçe dış ticaret açığı da önü alınamaz bir şekilde büyümeye devam ediyor… Nitekim dış ticaret açığı Ocak-Şubat döneminde yüzde 100,2 artarak şimdiden 15 milyar dolara ulaşmış bulunmakta… *** Dış ticaret açığı büyüdükçe büyüyor çünkü ithalatımızın yüzde 70’ten fazlasını ara malı ithalatı oluşturuyor. Sanayimiz, ihtiyacı olan ara malını yurt dışından karşılıyor… Aslında bu bağımlılığı ve sanayinin anatomisini, ithal kalemlerine teker teker bakarak çok daha net görebiliyorsunuz… İthal ara malı kalemlerinin başında enerji geliyor… Çünkü maalesef Türkiye’nin petrolü, doğalgazı yok. Bu yüzden alternatif enerjiler için çok süratle inisiyatif almak mecburiyetinde… Ancak, enerji hariç tutulduğunda, ilk sırada gelen ithal ara mal bir zafiyetin de kara kalem ifadesi gibi… Hurda demir, enerjiden sonraki en önemli ithal ara malı… Otomotiv sanayinin ihtiyacı olan demirin tümünü içerde üretemediğimiz için ithal ediyoruz… Düşünün ki Türkiye, 2008 yılında 9 milyar dolarlık, 2010 yılında ise 7 milyar dolarlık hurda demir ithal etti. Daha vurucu ve şaşırtıcı bir ifadeyle, bu tutarların 2008 ve 2010 yılları için Türkiye’nin dış ticaret açığının, sırasıyla yüzde 13 ve yüzde 10’una denk geldiğini vurgulamak gerek… Demek ki acilen ihracatın ara malı ithalatına olan bağımlılığını azaltacak, yurtiçinde ara malını daha fazla üretecek, kaynak verimliliğini arttıracak ve daha fazla katma değerin yurt içinde kalmasını sağlayacak nitelikte politikalar üretmemiz gerekiyor… *** Daha fazla katma değer üretmek ise ciddi bir sermaye stokuyla mümkün… Ancak bizim “sermaye birikimimiz” bırakın artmayı, sürekli erimekte… Ülkenin sermaye birikimini ise gelirin tüketime gitmeyen kısmı olarak tanımladığımız tasarruf oranları belirliyor… Türkiye’nin, daha büyük atılımlar yapabilmesi için yüzde 16-17’lerdeki ortalama tasarruf oranlarını yüzde 20’lerin üzerine çıkarması ve orada tutabilmesi gerekmekte… Hâlbuki Türkiye’de tasarruf oranı 1987-1988’lerde yüzde 25’ler civarında iken, 2000’lerin başında yüzde 18’lere, 2009’da ise yüzde 13’lere kadar gerilemiş durumda… İçerde yeterli sermaye birikimi olmayınca, “sağlıklı” bir ileri hamle de mümkün değil. Eğitimli işgücü kısmını ise pas geçiyorum… *** Türkiye 2010 yılında gerçekten çok sevindirici bir tempoda büyüdü… Ama bu parlak yıllık büyüme tüm zamanların yapısal zaaflarını gizlememeli… Başarıları zaaflarla birlikte tartıştıkça, başarıları büyüterek kalıcı hale getirmenin, yapısal zaafları da çözmenin yolunu bulma şansımız artar çünkü…
<< Önceki Haber Şampiyon büyüme ve hurda demir... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER