Hükümet tarafından demokratik
açılım programının bir halkası olarak düşünülen
Alevi açılımıyla ilgili sonuç raporu nihayet açıklandı.
Devlet Bakanı Faruk Çelik tarafından 2009 Haziran'ında başlatılann ve değerli bilim ve fikir adamlarından Dr. Necdet Subaşı'nın koordinatörlüğünde yürütülen Alevi
Çalıştaylarının sonuncusunun üzerinden bir seneyi aşkın zaman geçmişti. Raporun gecikmesi üzerine zaman zaman Alevi derneklerinden açılım programına yönelik "oyalama", "fiyasko" , "aldatma" "asimilasyon" ithamlarıyla dolu eleştiriler geliyordu. Hoş, bu eleştiriler açılımın yol haritasını ve ufkunu saptamak üzere düşünülen çalıştaylar esnasında da yapılmaktan geri kalmıyordu ya.
Alevilerle ilgili yapılması gerekli görülen bazı düzenlemeleri yapmak için bu kadar çalıştay yapmaya, bu kadar işi uzatmaya ne gerek olduğu sıkça soruldu. Öyle ya yapılması gereken şey nasılsa belliydi. Talepler belliydi, haklar da belliydi, bu hakların verilmesi için düzenlenen bu çalıştaylar olsa olsa Alevileri oyalamaya ve onların taleplerini manipüle edip yok saymaya yarayacaktı.
Oysa her şeyden önce çalıştay yoluyla bazı sorunların tespiti ve çözümüne doğru gitmenin Türk siyasi hayatına ve
demokrasi kültürüne önemli bir kaktı yapabileceği bizzat bu çalıştaylar sayesinde görülmüş oldu.
İkincisi, özellikle sözkonusu olan
Alevilik gibi son elli yılında yoğun bir kentleşme, modernleşme, laikleşme gibi süreçlerden geçmiş bir hareketse, onları temsil eden lider kadroları arasında son derece büyük bir çeşitlilik ve dağınıklık varsa, geçilen bu değişim süreçleri Aleviliğin mahiyetine yönelik ciddi bir belirsizlik ve ihtilaf oluşturmuşsa Alevilerin taleplerinin çok net olduğunu söylemek hiç kimsenin harcı olamaz.
Tıpkı Aleviler adına hariçten gazel okuyan
Sünni kesimin Alevilerin taleplerini tek taraflı olarak saptayamayacağı gibi, Alevilerin belli birkesimi adına konuşan birilerinin de kendilerini bütün Alevilerin yerine koyarak talepleri dayatması kabul edilemezdi. Bu yüzden sesi gür çıkan bir Alevi kesimin taleplerini bütün Alevilerin talepleri olarak almak mümkün olamazdı, bu her şeyden önce diğer Alevi gruplara karşı da büyük bir haksızlık olurdu. Çünkü bazı Alevi gruplarının Aleviliği
İslam-dışı sayma gibi bir talepleri var ve diğer talepleri de bu genel strateji doğrultusunda olabiliyor. Bunu baz aldığınızda ve istenen düzenlemeler yapıldığında Alevilerin bir çoğunun asla istemeyeceği şekilde Aleviliğin ayrı bir din gibi tanımlanması mukadder olabilir. O yüzden çalıştaylar talepler arasındaki farklılıklar görülerek bir optimum noktanın bulunmasına da
hizmet etti.
Bu esnada gerçekten bütün Alevilerin veya Alevilerin kahir ekseriyetinin talebi olduğu anlaşılan hususlarda hemen adım atılması hususunda bir kararlılık oluşturuldu.
Üçüncüsü, tartışmaları kendi mahdut görüşü lehine bitirme telaşı bütün siyasi tartışmalarda kendini olduğundan daha fazla kesimin temsilcisi göstermek isteeyenlerin tipik tutumudur ve bu tutum müzakerelerde tehlikeli sonuçlara yol açabiliyor. Ayrıca demokratik müzakere ortamı, sadece hakların evrensel anlamda sınırlarının tespitini sağlamıyor, aynı zamanda toplumsal yapılarda alışılagelmiş ilişki düzenlerinin değiştirilmesi hususunda tarafların hazırlanmasını da sağlıyor.
Devlet Bakanı Faruk Çelik'in yaptığı açıklamalardan Alevi açılımı ile ilgili bazı adımların zaten ilan edilmeden atılmış olduğunu da öğreniyoruz. Madımak'la ilgili adımlar bir mutabakat konusu olarak raporun sonuçlanması beklenmeden atıldı. Zorunlu din dersleri konusunda da, derslerin içeriğinin Aleviliği Alevilerin istediği şekilde yeniden düzenlenmesiyle zaten belli bir safhaya taşınmış durumda.
Cemevlerinin resmen bir
ibadethane statüsüne kavuşturulması hususuna bizzat bazı Alevilerin itirazları olduğunu biliyoruz. SU TV Genel Yayın Yönetmeni Yalçın Özdemir'in bu konudaki uyarılarını, örneğin dikkate almamak mümkün değil. Doğrusu kim nereyi ibadethane saymak istiyorsa sayabilir, sayabilmeli, bunun için kimseden de onay almasına da gerek yoktur. Ancak "ibadethane" statüsünün "resmen tanınmasının Aleviliğin Hıristiyanlık ve Yahudilikle eşitlenecek şekilde İslam-dışı sayılmasına hizmet edebileceği endişesi de gözardı edilemez. Üstelik kimsenin zorla
Müslüman sayılması gibi bir arayışın içinde de olmamak lazım. Müslüman olmak istememek gibi bir hakkı da var herkesin.
Buna mukabil, anlaşılan cemevlerinin camilerin faydalandığı bazı maddi avantajlardan faydalandırılması gibi birtalep varsa
vergi veren eşit vatandaşlar olarak Alevilerin buna hakkı vardır ve bu kapsamda bir statü tanınması gereklidir. Raporda bu çerçevede bir düzenlemenin haberi de veriliyor.
Aslında
Kürt sorununda olduğu gibi Alevi konusunda da, sistemde yaşanmış olan bir paradigma değişikliği sayesinde sorunun çözümünde radikal bir mesafe kat edilmiştir. İnkarın değil tanımanın sözkonusu olduğu bu yeni paradigma düzeyinde sorunların çözülmemesi için hiç bir neden kalmamıştır. Geriye kalan iyi niyet ve samimi müzakere ortamının devamıdır.