Yeni anlamlar peşinde


İçine doğduğumuz dünya yok artık. Geçmiş, eskiden kalan bir güfte gibi. Ona yeni bir beste arıyoruz. Ama hayat o kadar hızlı akıyor ki, gelecekten geleni anlamakta, anlamlandırmakta zorlanıyoruz. Baksanıza iPad denilen tabloid bilgisayar çıkalı altı aydan az oldu. İkinci nesli çıkmış ve tükenmiş bile. Ben ilkini kullanmayı yeni öğrendim. İnanılmaz. Alışageldiğimiz iki kutuplu dünyanın çöküşü üzerinden yirmi yıl geçti. Oluşan tek (ABD) merkezli küresel yapı da çözülüyor. Dünya kendini tanımlamak için yeni bir "anlatı" peşinde. Tarih yeniden yazılıyor. 20. yüzyılın tarihinden dışlanan ülkeler/halklar 21'incinin yazımında yer almak istiyorlar. Her biri güncel tarihe kendi katkısını yapmaya uğraşıyor. İşte Mısır, Tunus, Libya, Bahreyn, Suriye halkları... Tarihin nesnesi olmayı (üzerlerine tarih yapılmasını) artık kabul etmiyorlar. Ben bu anlam veya anlatı değişimine geçmişte de şahit oldum. 1970'lerde ABD'de okurken yaygın kanı Amerika kıtasının Batılılar tarafından keşfedilmiş olmasıydı. Bizim tarih kitaplarımız da öyle yazardı. Ama aynı ülkeye 1980'lerde öğretim üyesi olarak döndüğümde zihinsel bir devrim yaşanıyordu. Kuzey ve Güney Amerika kıtalarının yerli halkları, "Ne keşfi yahu; Avrupalılar geldiğinde biz zaten burada yaşıyorduk. Burası bilinmeyen bir yer değildi ki, bizim vatanımızdı" demişler ve tüm tarihi söylemi değiştirmişlerdi. "Keşfin" yerini "karşılaşma" (encounter) almıştı. Ne yazık ki bu karşılaşma eşitsiz koşullarda gerçekleşmiş ve teknolojik olarak ileri olan medeniyet diğerini yok etmişti. Amerikalar'ın (kıtaların) tarihi o zamandan beri bu tahribatın kronolojisi olarak aktarılmıştır; "vahşilere uygarlık götürmek" olarak. Oysa her uygarlığın birbirine vereceği bir şeyler vardır, hep olmuştur. Günümüz uygarlığı bu alışverişin eseridir; insanlığın ortak malıdır. Bu anlamda çağdaş uygarlık ortak kullanıma açık bir yazılım (software) olarak görülebilir. Bu yazılım, tüm toplumlarca indirilebilir (kullanılabilir), düzenlenebilir, yeni katkılarla değiştirilebilir ve geliştirilebilir. O halde, bir doğu-batı uygarlığı karşıtlığı fikrinden hareket etmek yerine, farklı kültürlerimizle günümüz uygarlığına nasıl ve hangi katkılarda bulunabiliriz diye sormak gerekir. Bunu yaptığımız oranda onun parçası olacağımızın bilinciyle hareket etmeliyiz. Meseleye bu açıdan bakınca bugün Orta Doğu ülkelerinde çağdaş uygarlığa uymayan siyasal yapıların çözüldüğünü görebiliriz. Toplumlar, kendi üzerlerine tünemiş diktatörlükleri defetmeye uğraşıyorlar. Bireyin aklına ve iradesine ipotek koyan, toplumun özgürlüğünü ve kolektif ruhunu tutsak alan otoriter rejimlerden kurtulmaya çalışıyorlar. Biliyorlar ki, bunu yapmadıkları sürece çağdaş uygarlığın dışında kalacaklar; onun üretken bir üyesi değil, edilgen bir tüketicisi olacaklar. Bu nedenle demokratikleştikçe özgürleşecek; özgürleştikçe siyasal olarak daha etkin, ekonomik olarak daha üretken olmaya çabalıyorlar. Geleceğini belirleyebilen (muktedir olan) bireyler topluluğunun bundan böyle üzerinde zorba, keyfi ve adil olmayan bir otoritenin kurulmasına izin vermesi zor. İktidarı ele alan birey ve toplum hayatın, ahlakın ve siyasetin yeni anlamlarını araştıracak ve bulacak. Dünya çok daha renkli ve sesli bir yer olmaya aday. Bu çok renklilik ve seslilikten yeni bir beste; farklı enstrümanlarla çalınan büyük bir uygarlık senfonisi doğma olasılığı yüksek. Mesele bizim (Türkiye'nin) bu besteye hangi enstrümanlarla katılacağımız ve hangi partisyonu çalacağımız. Buna karar verdik mi? TÜSİAD yeni bir Anayasa taslağı hazırladı ve tartışmaya açtı. Buna hazırlanan başka sivil toplum örgütleri de var. Hani, "demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan" siyasi partilerin taslakları? Bizden oy isteyen partilerin topluma nasıl bir elbise biçtikleri, hangi hukuki, siyasi ve idari yapı teklifleri ve ilkelerle ülkemizi çağdaş uygarlığın saygıdeğer bir üyesi yapmayı hedeflediklerini bilmiyoruz. Bu size seçmen olarak tuhaf gelmiyor mu?
<< Önceki Haber Yeni anlamlar peşinde Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER