Japonya'da yaşananları küresel kapitalizm, basit bir '
tüketim malzamesine' çevirmek üzere.
Ne güzel, ekonomi durgundu. 1990'ların başından beri ekonomide
yaprak kıpırdamazken, 1996 Kobe
depremi gelince 100 milyar doları aşan bir masraf yapılınca o sıralarda ekonomi canlanmışmış.
Buna göre, ne yapalım ki ölenler ölmüş, kalan sağlar bizimdir. Bu depremde de en az 300 milyar dolarlık bir masraf yapılacak, ekonomi canlanacakmış. Oysa kamu maliyesi çoktan zıvanadan çıkmış. Bu
pazar İstanbul Japon Araştırmaları Derneği'nde deprem sonrası
Japonya'dan dönen Türk araştırmacılar ile buluştuk. Anlatılanlar kısaca inanılmaz. Toplam ölü ve kayıpların 50 bini bulabileceği anlaşılıyor. Devlet ortalıkta yok. Herkes birbirini suçluyor. Bizim
Gölcük depremine benzer manzaralar. Japonya'nın yaşadığı travma galiba
İkinci Dünya Savaşı sonrasının en büyüğü. Dokuz büyüklüğünde deprem, 7-8 arasında da en az üç tane daha. Kıyametin bir öncesi. En kötüsü,
halk umudunu kaybetmiş durumda.
Nükleer santral ile ilgili anlatılan
tedbirsizlik ve aymazlıklar insanın kanını donduruyor. Hem de Japonya'da!
Bu cuma, imam hutbede insanın imtihanından ve tabii afetlerden bahsetti. Mülk Suresi'nden bahsediyordu. Ayette 'Tabiat nötürdür, insana
hizmet için belli şartlar altında ayağının altına serilmiştir. Ancak unutmayın ki, ne ekersen onu biçersin. Yaptıkların tabiattan geri
döner. İyi ya da kötü.' deniliyor. Bir de uyarı geliyor, 'kuş tüyü gibi yumuşacık döne döne inen kar tanelerinin yerine semadan acaba başınıza buz kütlelerini de düşüremez miyiz?' Vay canına!
Dönelim zaruretler-tedbirler ve riskler sarmalındaki Japonya'ya. Ülkede yüzlerce gökdelen ve onlarca
nükleer enerji santrali var. Bir kere Japonya alınabilecek sınırlar içindeki tedbirleri aldıktan sonra, ister deprem, isterse tsunami ihtimali olsun, gerek gökdelenleri gerekse
nükleer santralleri kurmak zorunda. Çok
küçük, dağlık, ormanlık ve
Türkiye'nin yarısından daha küçük bir adada tam 125 milyon insan yaşıyor. Bu adanın sadece üçte birinin şehir kurmaya müsait olduğunu unutmayalım. Kaynakları yetmediğinden enerji için nükleer santrali, bayındırlık için de gökdelenleri kurmak Japonya için bir seçenek değil, bir zarurettir.
Ancak, deprem bize krizlere karşı beşeri hazırlığın sınırlarını da apaçık gösterdi.
Deprem yatay gelip yapıları yana doğru salladığında binalar nispeten direnebilirken, dikey gelip aşağı çektiğinde yapacak şey yok. Keza, depreme ve kısmen tsunamiye tedbir alınabilirken, ikisi birleştiğinde sonuçlarını kestirmek ve tedbir almak kolay değil. Bütün bunlar aslında hiçbir ülkenin '
model dışı' bir riske ve krize karşı tedbirli olamayacağını gösteriyor.
Olayın bir de sorumsuzluk ve aymazlık boyutu var. Fukushima santralini yapan Tokyo
Elektrik şu anda Japonya'da topun ağzında. Kâr adına gelen tehlikeyi sahte raporlar ile örtbas ettiği söyleniyor. İlaveten, sızıntı sonrası ABD'nin
yardım teklifini reddeden Japon gururu, görüldüğü üzere bazen ölümcül oluyor. Bu arada Tokyo Elektrik, Türkiye'deki nükleer santral için de teklif veren
firma!
ABD'de Lehman Brothers'ın '
finans terörü' ile bunun farkı ne? Bu âlemde artık kârlılıktan başka kriter kalmadı.
Küresel kapitalizm insanlığa karşı toplu hücuma geçti. ABD'yi, AB'yi, Japonya'yı herkesi batmanın eşiğine getirdi. Mevcut şartlarda bu riskleri kısmen bertaraf etmenin yolu; nasıl bir hayat yaşayacağımıza, bunun teknolojik düzeyine, kısaca birey ve
toplum düzeyinde nasıl bir tatmin fonksiyonuna sahip olmak istediğimize mutabakat ile karar vermek. Türkiye derhal
Birleşmiş Milletler'i bu konuda acil bir oturuma zorlamalıdır.