Evet, o malum konu yine gündemde çünkü çözemedik.
Bolu'da martın ilk haftasında yapılan "Medyada
Kadın:
İstihdam-İstismar" başlıklı çalıştayda Kadın ve Aileden Sorumlu
Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf şöyle konuşmuştu:
"Kadının istihdamı söz konusu olduğunda ortaya rejim ve kamusal alan engeli çıkıyor. Bu da kadına yönelik açık bir şiddet uygulamasıdır!"
Türkiye, ilk
başörtülü öğrenci olarak Hatice Babacan'ın,
Ankara İlahiyat Fakültesi'ne girdiğinden ve orada okuması engellendiğinden bu yana, bu sorunu yaşıyor.
Başörtülü öğrenciler olarak yaşıyor, sonra başörtülü
kamu görevlileri olarak yaşıyor.
Sorun, 1980, 12 Eylül'ünden sonra çok daha sistematik hale geldi.
Sorun, 1989'da,
ANAP iktidarının, "Başörtüsüne
özgürlük" yasasını çıkarmasından sonra,
Anayasa Mahkemesi'nin iptaliyle daha kangren hale geldi.
Sorun, AİHM'nin başörtüsüne özgürlük taleplerini, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına atıfla geri çevirmesiyle daha boğucu hale geldi.
Sorun, 28
Şubat 1997'den sonra, "İslam'ı azaltma operasyonu" çerçevesinde, üniversite kapılarının kapatılması ve başörtülü kamu görevlilerinin tasfiyesi ile daha dayanılmaz hale geldi.
Ve sorun, başörtülü olarak seçilen Merve
Kavakçı'nın milletvekilliğinin
gasp edilmesiyle daha vahşi hale geldi.
Bugün...
"Fiili" anlamda iyileştirmeler oldu.
Ama biliniyor ki, bir başka iktidar olsa, her şey tersine çevrilebilir.
Ama hâlâ belli olan bir şey var ki, başörtülü olarak milletvekili seçilmek, "Fiili" planda bile gündemde değil.
En son, hükümet cenahından
Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç, "Ben prensip olarak başörtülü milletvekili seçilmesini istiyorum ama zamanı geldi mi" gibi bir cümle kurdu.
Bu,
AK Parti'nin, başörtülü
aday göstermeme eğiliminde olduğu şeklinde okundu.
Ortada, kadınlar adına çok net bir temsil edilememe problemi bulunuyor.
Türkiye kadın nüfusunun yüzde 65-70'inin başını örttüğü biliniyor.
Artı, başörtülü eğitimli kadın sayısında ciddi bir yükseliş var.
Eğitimli olsun olmasın, tüm
toplum kesimlerinin
Millet Meclisi'nde temsili,
demokrasinin temsiliyet misyonu açısından hayati önem taşıyor.
Kaldı ki ortada, tabii bir temsil edilememe durumundan değil, "devlet adına" konan bir ambargodan söz ediyoruz. Yani devletimiz diyor ki: "Senin bu Millet Meclisi'de temsil edilme hakkın yok!"
Bir toplum kesimine ayrımcılık niteliği taşıyan bu sözü, demokratik bir ülkede hangi irade söyleyebilir?
İşte bu, başörtülü öğrenciye eğitim hakkı sağlamak amacıyla 411 milletvekilinin oyu ile gerçekleşen Anayasa değişikliğinin iptaliyle ortaya çıkan durum kadar vahim bir hadisedir.
Milyonlarca kadına "Seçebilirsin ama seçilemezsin" hükmü dayatmak demek bu.
Dünyada kadına ilk defa seçme-
seçilme hakkı vermekle övünen bir cumhuriyetin, 2011'de bile, kadınların bir kısmına seçilme hakkı tanımıyor olması, her şeyden önce cumhuriyete ödetilen ağır bir bedeldir.
Bu, her vicdana, hukuk devleti arayışında olan her insafa, demokrasi standardının çifte standart olmaktan çıkarılmasını önemseyen her aklıselime zıt bir durumdur.
Onun için, vicdanlar seslenip duruyor:
Başörtülü kadınlar için de Meclis yolu açılsın!
Bu yöndeki bir çağrıyı kısa süre önce, Anayasa alanındaki çalışmaları ile tanınan Prof. Dr.
Serap Yazıcı da yaptı.
Sayın Yazıcı'nın çağrısındaki muhakeme son derece önemliydi:
Yazıcı, seçimlerden sonraki Meclis'in yeni bir anayasa yapacağını belirtiyor ve "Bu anayasa yapımında başörtülü kadınların da temsilcilerinin bulunmasını, anayasanın temsiliyeti açısından hayati değerde" buluyor.
O çağrının bir bölümü şöyleydi:
"Yeni anayasa yapımı sürecinde Türkiye'nin demokrasi önündeki engelleri aşabilmesi için belirli konulara odaklanması gerekiyor. Bunlardan biri de din hürriyeti konusunda cumhuriyetin kuruluşundan beri yürütülen dayatmacı
laiklik anlayışından vazgeçebilmesi gerekiyor. Eğer bunu başaramayacaksak yeni anayasa yapmanın itici güçlerinden biri de ortadan kalkmış olur. Madem yeni anayasayı yapacak parlamento seçiyoruz, madem Türkiye'deki demokrasi probleminin önemli süjelerinden biri de türbanlı kadınlardır, o zaman bu yeni anayasayı yapacak olan Meclis'te bugüne kadar çok zulüm görmüş olan bu hanımefendilere de yer vermek gerektiğini düşünüyorum."
Prof. Yazıcı, hemen akla gelebilecek olayı da not ediyor ve başörtülü bir milletvekilinin seçilmesi halinde, "Yeni bir
Merve Kavakçı olayının yaşanacağını sanmıyorum" diyor. "Yaşanmaması gerektiğini düşünüyorum. Yaşanmamasını
ümit ediyorum. O günden bugüne Türkiye liberalleşme ve
demokratikleşme düzleminde zihinsel olarak çok mesafe kat etti. Tabuların önemli bir kısmını tartışmaya açtı" şeklinde devam ediyor.
Evet, yıl 2011. Türkiye, milyonlarca insanının, Meclis'te kendi
giyim kuşamlarıyla yer alıp alamayacağını tartışıyor. Ne denebilir?
Türkiye demokrasisi, bu çarpıklıktan kurtulmalı.
Ve ilave etmeli:
Şimdi değilse ne zaman? Bunu biz yapmayacaksak kim yapacak?
Ey AK Parti, ey
CHP, ey MHP, ey BDP ve tüm diğer
siyasi partiler... Kim yapacak bunu?
Bence tüm partiler, bu seçimde başörtülü adaylarla da toplum önüne çıkmalı.
İşte size bir isim: Prof. Dr. Ümit
Meriç.
Ümit Meriç seçilsin ve TBMM'nin önüne gelsin.
Bakalım o zaman, Meclis'e girişin önünü kim kesecek?