Duruşu yeter


Salih Özcan Ağabeyimiz, Üstad Hazretleri'nden bahsederken, "O'nun hiçbir kitabı ve külliyatı olmasaydı bile 'Lâhikalar' yeterdi." diyor. Kadirşinas birisi de "Hiçbir şeyi olmasaydı duruşu yeterdi." diyor. Gerçekten her şeyin yerinden oynadığı, insanların her noktadan büyük sarsıntı duydukları bir dönemde Bediüzzaman Hazretleri'nin Everest kametiyle dimdik ayakta duruşu yeterdi. Herkesin bir köşeye çekilip sindiği günlerde o aktif sabır içinde mekiğini işletiyordu. "Çizgimizi Hecelerken" isimli kitapta "Olumlu ve müsbet davranışların, temsil mevkiinde bulunan insanlar tarafından ortaya konulması, o işin müessiriyeti açısından çok önemlidir. Yani bir insan namazı anlatıyorsa öyle bir namaz kılmalı ki, dışarıdan ona bakanlar, 'Bu zâtın hiçbir şeyi olmasa, sadece onun şu namazı onun hak çizgide olduğunu gösterir.' demelidirler." diyor Fethullah Gülen Hocaefendi. Mehmet Akar roman olarak, sürükleyici bir üslupta yazdığı "Seyda-2" eserinde tekne ile Üstad'ın Barla'ya gidişini anlatırken diyor ki: "Hocaefendi öyle bir tekbir almış, öyle bir 'Allahü Ekber!' demişti ki, bu tekbir onları sarsmaya yetmişti. Hayatlarında hiç öyle bir tekbir de duymamış, hiç öyle bir namaza duruş görmemişlerdi. Bağırmamıştı halbuki... Sanki göklerin kapıları açılmış, sanki 'En Büyük Allah'tır' hükmüne etraftaki canlı cansız varlıklar iştirak etmişti. Sanki o tekbiri şahsı adına değil, umum adına almıştı ve güneşten suyun kabarcıklarına kadar her şeyin O'na itaat ettiğini, minnetle, şükürle vazifesini yaptığını Rabb'ine söyleyecekti. Kayıktakiler birbirlerine baktı, gözleri ile konuştular. (...) Huşu ve huzur içerisinde, küçüldükçe küçülerek kıyamda duruşunu, nefsinin boynuna vurur gibi iki büklüm rükûa gidişini, doğrulup semâdaki, arzdaki, bilinir bilinmez her yerdeki varlıklar adına hamd edişini, yeryüzündeki başlar adına secdeye kapanışını, iki secde arasında af, merhamet, hidayet dileyişini, kâinatın zerratı sayısınca tahiyyatı Rabb'ine takdim edişini seyrettiler. Böyle kılınan namazdan daha güzel bir şey olamazdı!.. Bediüzzaman'ı Barla'ya sürenler onun yıkık dökük, perişan vaziyetini görmek istiyorlardı. Onun aç, sefil halini görecek, gücün hazzını yaşayacaklardı. Onun için Barla'ya emir gönderip bir fotoğrafını istediler. Oradaki görevli de fotoğrafçı Enver Efendi'ye bu emri iletti. Enver Efendi gidip durumu bildirince Bediüzzaman Hazretleri durumu kökünden kavramış şekilde, kabul etti. Enver hazırlıklarını yaparken o da Sırtına bir kaftan örter gibi yorganını aldı. Beline, cübbesinin üzerinden kuşağını bağladı. Sarığının taylasanını omzuna sarkıttı. Enver'in karşısına oturup ellerini yanına koydu, omuzlarını kaldırdı. Kaşlarını çatmış, heybetle bakıyor, adeta "Ben buradayım ve dimdik ayaktayım! Barla'daki halim budur!" diyordu. O fotoğrafta, yıkılan bir adam değil, hükmeden bir sultan, dimdik duran ve orduları sevk eden bir kumandan vardı. O fotoğrafa bakan herkes, o başın eğilmeyeceğini, o sarığın o baştan çıkmayacağını anlardı... Zaten fotoğrafı isteyenler, istediklerine pişman oldular. Daha sonra dış dünyadan Bediüzzaman Hazretleri'nin ziyaretlerine gelen mühim bir zat, "Ben İslâm âleminde Bediüzzaman gibi İslâmiyet'i ciddiye alan bir başka şahsiyet görmedim!.." demiştir...

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER