ibya olayları vesilesiyle
Başbakana yönelik eleştiriler, giderek haksızlık boyutuna taşınmaya başladı.
Yakın bir geçmişte Başbakana hakaretler yağdıran
Taraf başyazarı
Ahmet Altan bu kez işi “
diktatörlerle
dayanışma” noktasına kadar vardırdı. Bunun haksızlık ötesi bir
suçlama olduğu açık.
Başbakan başından itibaren
Kaddafi karşıtı bir
siyaset izledi. Halkın demokratik değişim taleplerine arka çıktı. Kaddafi ile yaptığı
telefon konuşmalarında daha çok kan dökülmemesi için çekilmesi gerektiği çağrısında bulundu. Kaddafi karşıtı güçlerle de sürekli bir
diyalog halinde olduğu artık biliniyor.
***
Libya örneği,
Tunus ve
Mısır’dan farklı. Tunus ve Mısır’da
halk sivil bir direnişle amacına ulaşabildi. Başbakan Erdoğan her iki ülkenin halkıyla apaçık bir dayanışma içine girdi. Libya örneğindeki farklılık, orada haklı olarak başlayan
itiraz dalgasının giderek savaşçı bir karaktere bürünmesiydi.
Bunun yanlış olduğuna inananlardan değilim elbet. Halkın kendisini katletmeye yönelen diktatör Kaddafi’ye karşı direnmesini meşru görenlerdenim. Eminim ki Başbakanın yüreği de onlarla beraberdi.
Libya’da Tunus ve Mısır’dan farklı olarak silahlı bir mücadele başladığında Başbakanın yaptığı şey, her iki tarafla da görüşerek daha fazla kardeş kanı dökülmeden bir çözüm bulmaktı. Çözüm formülü netti: Tıpkı Mübarek gibi Kaddafi’nin de yönetimi bırakması ve bir başka ülkeye gitmesi!
Bu mudur “diktatörle dayanışma” dediğiniz şey?
***
Başbakan Erdoğan Libya konusundaki tavrını açık sözlerle ortaya koydu. “Biz Libya’da demokrasiden yanayız. Değişimden yanayız. Zulme ve katliama karşıyız. Yapılan katliamlar karşısında
seyirci kalamayız. Kaddafi halkının değişim taleplerine uymalı. Yoksa kaybeden kendisi ve Libya olur.”
Bu sözlerin nesi yanlış? Neresinde “diktatörle dayanışma” var? Başbakanın mazlumlar konusundaki tavrını herkes bilir. Mazlumları korumak için yapılan bir müdahalenin uluslararası meşruluğunu Başbakan da kabul ediyor. Bunun gerekli olduğuna inandığı için katkı sunacağını da söylüyor. Başbakan sadece
Irak ve Afganistan’da olduğu gibi askeri bir işgalin kabul edilemez olduğunu belirtiyor.
Bu insani itirazın “diktatörle dayanışma” biçimine büründürülerek sunulması, başkaca bir ahlaki sorunla karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor.
“Mazlumlara sahip çıkmak” söylemi üzerinden
Sarkozy’nin bugün Erdoğan’dan daha ileri bir noktada olduğunu söylemek, hangi ahlaka ve vicdana sığar?
Sanki Sarkozy ve
Berlusconi gibi “mazlumların hamisi” olarak sunulanlar daha yakın bir tarihte Kaddafi’yi ayağına kadar giderek öpmüyordu? Kaddafi yeni mi diktatör oldu?
***
Altan’ın derdi başka anlaşılan. Öyle olmasaydı, “Hamasetle, milliyetçilik yarışmasıyla, diktatörlerle dayanışmaya girerek, anayasayı, reformları,
Avrupa Birliği’ni rafa kaldırarak,
Kürt açılımını unutarak Erdoğan’ın varacağı bir yer yok” gibisinden laflar etmezdi.
Belli ki Başbakana duyduğu öfkesini
kontrol etmesini bilmiyor. Kendini haklılaştırmak için farklı bir Erdoğan portresi çiziyor. “Eski Erdoğan iyi-Yeni Erdoğan kötü!” denklemine tutunuyor. Bir türlü kabul etmediği şey ise Erdoğan’ın eskisi ile yenisi arasında özde hiçbir fark olmadığıdır.
Milliyetçiliğin her türüne -etnik, bölgesel ve dinsel- karşı çıktığını söyleyen, safının her yerde mazlumların safı olduğunu belirten, topyekün özgürlükçü yeni bir anayasa yapmanın en birincil hedefleri olduğunu hatırlatan, inkara ve asimilasyona dayalı resmi paradigmayı rafa kaldırarak Kürt açılımının asıl önünü açan sanki Başbakan değilmiş gibi konuşmak, haksızlık değil de nedir?
Türkiye’nin AB’ye üyelikle sonuçlanacak yürüyüşünü kesmeye çalışan
Fransa ve Almanya’nın tavrı biliniyorken, ısrarla Başbakan’ı AB reformlarını askıya almakla suçlamanın iler tutar yanını da takdirinize bırakıyorum.
Başbakan Tunus ve Mısır diktatörlerini devrilmesinde rol üstlendi. Kaddafi diktatörünü devirecek bir başka birini de Altan bulsa da kurtulsak!