Türkiye ekonomisi, global ekonomi ve
finans sistemine son derece entegre.
Dünya ekonomisinin sıkıntı yaşadığı durumda ayrışması mümkün değil. Nitekim yapısal sorunları olmadığı halde son global
krizde Türkiye ekonomisi dünyanın en çok
üretim kaybı yaşayan ekonomilerinden biri olup % 5 küçüldü. Neyse ki gelişmiş ekonomiler çok radikal önlemler aldılar da resesyon uzun sürmedi. Türkiye de yapısal sorun tamiri ile uğraşmak zorunda kalmadığı için kriz sonrasında % 8 civarında büyüyerek bu düzelmeden yine en kârlı çıkan ekonomilerden biri oldu. Dünya ekonomisinin bundan sonra nasıl seyredeceği bu nedenle son derece önemli.
Bu radikal önlemler sayesinde artık gelişmiş
ülke ekonomileri yeniden
büyümeye başladı. Bu süreçteki belki de tek sıkıntı
Euro Bölgesi'nin iflas aşamasına gelen
küçük ülkeleri idi. Ama birden dünya gündemine iki
sürpriz gelişme girdi. Biri,
İngilizce kısaltmasıyla MENA diye adlandırılan
Kuzey Afrika ve
Ortadoğu bölgesinde yaşananlar. Diğeri ise
Japonya'daki güçlü deprem ve sonrasındaki nükleer
tehlike.
Euro Bölgesi'ndeki sıkıntılar yapısal. Neşter vurmadan çözülemeyecek. Neşter vurmak da
Avrupa Birliği (AB) içinde ciddi bir
refah kaybına yol açacak. Bu bilindiği için neşter vurulamıyor ve zaman kazanılmaya çalışılıyor. AB, bu ay, sorunların (çözümüne değil) ertelenmesine yönelik bir dizi kararlar alıyor. Piyasalar da olumsuz beklentilerini "şimdilik" erteliyorlar.
Piyasalar ayrıca ilk başta ne boyuta ulaşacağını kestiremedikleri MENA bölgesindeki riskleri de artık ölçebiliyor. K.Afrika'daki sorunların özellikle S.
Arabistan başta olmak üzere Ortadoğu'ya taşması ve böylece petrol ve enerji üretiminin merkezini tahrip etmesi en çok korkulan senaryoydu. Ama olmadı. Çünkü Ortadoğu, birkaç küçük ülke dışında diktatörler tarafından değil,
halkın asalet ya da dini açıdan saygı duydukları
kral,
sultan gibi liderlerle yönetiliyor. Bu nedenle
Tunus,
Mısır ve Libya'daki
ayaklanma Fas'a ya da S.Arabistan'a sıçramadı. Sorunlu yerlerde sömürme, yolsuzluk, despotluk gibi kavramlar ön plana çıktı. Hatta
Sünni krala karşı Şii halk şeklinde basına yansıyan Bahreyn'deki Şii ayaklanmasında bile etnik nedenlerden ziyade Şiilerin Sünnilere karşı daha kötü olan
yaşam koşulları asıl nedendi. Ayrıca piyasalar kısa sürede sorunun Doğu'nun Batı'ya olan husumeti değil, ülkelerin kendi içindeki bir hesaplaşma olduğunu da anladı. Başa kim gelirse gelsin, petrol gelirlerine ve Batı'daki know-how üstünlüğüne ihtiyaç duyacağını gördü. Bu süreçte petrol ulaşımı ve üretimi kesintiye uğramayınca petrol fiyatları da zaten korkulduğu kadar yükselemedi.
Ve
Japonya'daki felaket...
AB ve MENA sıkıntılarını hazmedebilen global piyasalar, Japonya'daki depremden de ilk başta fazla etkilenmedi. Çünkü piyasaların önünde Kobe
depremi örneği var. Japonya ekonomisi, Kobe depremi sonrasındaki 115 milyar $'lık yeniden inşa harcamaları sayesinde büyüme hızını arka arka üç çeyrek % 4'e kadar yükseltmişti. Neredeyse 20 yıldır deflasyonla savaşmakta olan Japonya ekonomisi için bu hızda istikrarlı büyüme büyük olay. Fukushima depremi çok daha şiddetli olduğu için deprem sonrası yapılacak harcamalar 250 milyar $'a kadar çıkabilecek. Böylece uzun süredir resesyon sınırında debelenmekte olan Japon ekonomisi, yeniden ivme kazanabilecek. Japonya'da
bütçe açığının ve kamu borcunun ekonomisine oranı sırasıyla % 8'in ve % 200'ün üzerinde. (Grafik 1) Sürekli yatırımcılar ve
rating şirketleri tarafından bütçe harcamalarını disipline etmesi yönünde uyarılıyor. Ama şimdi deprem gibi önemli bir mazereti sayesinde tam tersini yapıp ekonomisini canlandırabilecek. Sonuç olarak, insani açıdan büyük bir felakete sebep olsa da deprem aslında Japon ekonomisi üzerinden global büyümeye
destek verecek bir olay.
Buna rağmen deprem sonrasındaki 3 günde Japon
hisse senedi endeksi Nikkei, % 20'ye yakın gerileyerek Borsa'ya kote şirketlerin değerlerinden 610 milyar $'ı sildi. Kobe depreminde ilk üç gündeki düşüş % 2 bile olmamıştı. (Grafik 2) Bunda da iki faktör önemli rol oynadı.
Biri, ekonomi iç talep tarafında canlanabilecek olsa da Kobe depremi sonrasında görüldüğü üzere yen'in güçlenmesi durumunda hâlâ ekonominin temeli olan ihracatın olumsuz etkilenebileceği beklentileriydi. Dünyanın en düşük yerel
faiz getirilerine ve en büyük tasarruf gücüne sahip olan Japonya'da yatırımcıların ciddi bir carry trade, yani yen satıp TL gibi faizi daha yüksek para birimlerinde aldıkları pozisyonlar var. Bu pozisyonların kapanabileceği ve oluşan hasarı ödemek üzere kaynaklarını yurtdışında tutan Japon
sigorta şirketlerinin ülkeye geri dönebileceği beklentileri birkaç günde yen'i dolara karşı % 8'e yakın değerlendirdi. Buna karşı Japon otoriteler, G-7 ülkelerinin de desteğini alarak cuma günü 2 trilyon yen satarak müdahale etmiş ve 76,25'e kadar gerileyen yen/dolar kurunu yeniden 80'lerin üzerine çıkarmış durumda.
Ama özellikle Japonya piyasalarının asıl endişe kaynağı, depremin Fukushima
Nükleer Santrali'ni de vurmuş olması. Bu, Kobe depreminden en önemli fark. Radyasyon riski "depremle yıkılanlar yeniden inşa edilecek" mantığını ikinci plana atıyor. Santraldeki 5 reaktörün soğutulması gerekiyor ama bu, deprem ve tsunami ile enerji altyapısı çöktüğü için "
taşıma suyla" yapılmak zorunda. Reaktörler soğutulamazsa
patlama ve
radyasyon yayma tehlikesi var. Ve hâlâ bu riskin boyutu kestirilemiyor. Bu yazı hazırlandığı sırada Japon otoriteler hâlâ reaktörleri soğutacak enerji bağlantısını tam olarak sağlayabilmiş ve riski
kontrol altına alabilmiş değil. Özellikle içinde
patlayıcı gücü daha yüksek plütonyum barındıran 3 No'lu reaktör hâlâ taşıma suyla soğutuluyor. Ama patlamanın yaşanmadığı her gün risk de azaldığı için piyasalar "en kötünün görüldüğünü düşünerek" olumlu tepki veriyorlar. Uzun süreli büyüme dönemi
Global ekonominin önünde ciddi riskler var.
Felaketler arka arkaya gelmiş durumda. Ama her zaman geleceğe
bakan piyasalar özellikle gelişmiş ülkelerdeki radikal desteklerin sayesinde dünya ekonomisinin uzun süreli bir büyüme sürecine girdiğinin farkında. Arada sürpriz gelişmeler yaşanıp sinirleri bozsa da büyük resim her şeye rağmen olumlu gözüküyor. Piyasalar hâlâ iyi dayanıyor ve pozisyonlarını devam ettiriyorsa sebebi var. Gereksiz yere kendi kendini dizginlemezse Türkiye ekonomisi de bu süreçten çok faydalanacak.