Sadece 2 ay önce
Tunus'ta
özgürlük isteyen insanlara karşı 23 yıllık
Bin Ali diktatörünü silahlı güç göndererek desteklemeyi düşünen
Fransa, şimdi Libya'da kurtarıcı rolünde.
İnsanlar gibi devletler de hata yapabilir. Ve hatadan dönmek erdemdir. Ama Fransa hatadan mı dönüyor, daha büyük hatalar mı yapıyor kuşkulu. Zira
Sarkozy'nin büyük hassasiyet isteyen diplomasiyi, kişisel karizması ve
seçim hesapları için bir şova dönüştürerek yaptığı hareket, ilk kez BM
Güvenlik Konseyi kararıyla uygulanacak olan bir
uçuş yasağı operasyonunun meşruiyetini tehlikeye attı. O kadar ki, BM kararında hayati rol oynayan
Arap Ligi Genel Sekreteri
Amr Musa "Talebimizle, yapılan aynı şey değil." demek zorunda kaldı.
Aynı zamanda, bu tek yanlı ve yeterince
hazırlık yapılmadan başlayan operasyon, milyonlarca insanın hayatını tehlikeye atma riski taşıyor. Çünkü Libya'ya yapılan müdahalenin en aktif üyeleri olan Fransa,
İngiltere ve
Amerika, gelişmeleri çok yakından izleyen diğer ülkelerin şu sorularına tatminkâr
cevap veremiyor: "Diyelim, bombalamalarla uçuş yasağı sağlandı. Kaddafi'nin silahlandıracağı 1 milyon insan muhalifleri katletmeye başlarsa ne yapacaksınız? BM kararı, karadan müdahaleye izin vermediğine göre ve Obama, bir tek asker göndermeyeceğini söylediğine göre böyle bir katliama kim, nasıl müdahale edecek? Amaç, Kaddafi'yi devirmek değilse, nihai
hedef ne? Düşmeleri sonrası Bin Ali ve Mübarek'e dokunulmazken, görevi bırakması halinde bile Uluslararası
Ceza Mahkemesi'ne gönderilecek Kaddafi'ye savaşı bırakması için
vaat edilen çözüm ve
ateşkes şartları ne?
Bunlar için belki önemli ama
teknik detaylar denebilir. Fransa öncülüğündeki koalisyonun stratejik düzeydeki asıl hatası,
Ortadoğu sokağında ve yönetimler nezdinde en yüksek krediye sahip olan
Türkiye'yi Sarkozy'nin antipatisine
kurban edip süreç dışında tutmak.
Kendi vatandaşlarını bombalayan, onlara fare diyen Kaddafi'nin, operasyona 'Haçlı seferi' demesi bölgede ve inandırıcı olmayabilir. Putin'in, Kaddafi'nin sözlerini teyit etmesi de bir yere kadar makes bulur. Ama birçok araştırmada Ortadoğu'nun en popüler ismi olduğu tescillenen Erdoğan, yapılan işin işgal olduğunu söylerse Ortadoğu'da kimse bunun aksine inandırılamaz. Bu durumda ne itibarsız Arap Ligi ne de
Katar ve BAE prensleri Batı'yı kurtarır.
Algı böyle oluşur ve insani müdahale işgale dönüşürse, o zaman sadece Libya'daki muhalefet işbirlikçi durumuna düşmekle kalmaz. Yıllar sonra Ortadoğu'da esen değişim rüzgârı da meşruiyetini kaybeder. Bu sürecin arkasında aslında Batı'nın, Wikileaks'in olduğuna dair kuşkular tescillenir.
Kendi halkını bombalayan ve onları 42 yıldır aşağılayan Kaddafi'nin ağzına hak, hukuk sözleri hiç yakışmasa da Ortadoğu halklarının Batı'ya duyduğu derin kuşkunun haklı temelleri var. Yıllardır Filistin'de olan biteni sessizce izleyen, 1 milyon insanın hayatını kaybettiği ve Ebu Greyb'den çıkan insanlık dışı görüntülerle hafızalara kazınan
Irak işgalinde imzası olan, Ortadoğu'da şu an çatırdayan düzenin kurucusu olan Batı'nın yapıp ettiklerini teslimiyetle karşılamak için ya
hain ya deli olmak lazım.
Bu şartlar içinde Batı, gerçekten Ortadoğu'ya iyilik etmek istiyor ve bozuk sicilini biraz olsun düzeltmek istiyorsa, en büyük şansı Türkiye gibi bölgede güven duyulan bir partnere sahip olması. Ama
Ankara'dan aldığım nabız, Tunus ve
Mısır'da Türkiye ile fikir alışverişine önem veren Batı'nın, Libya'da bunu pek yapmadığı yönünde. Zaten gelişmeler de bu uyumsuzluğun kanıtı. Libya'ya ambargodan askerî operasyona, Türkiye'nin
itiraz ettiği her şey tek tek yapıldı. Libya'da dümene Sarkozy oturunca, hatlar iyice koptu.
Belki bu durumda Türkiye'nin, Mısır'daki kadar değişimden yana net tavır alamayışının ya da öyle
algılanmasının da payı oldu. Ama
Başbakan Erdoğan'ın önceki gün Mekke'de söylediklerine bakılırsa, Ankara'nın değişimci tavrında sorun yok. Çünkü Erdoğan, daha 1 Mart'ta hem de Kaddafi'nin yüzüne görevi bırakması gerektiğini söylemiş. Üstelik bu tavır, Batılı müttefiklerle de paylaşılmış. Ayrıca bombalar düştüğü ana kadar Türkiye'nin taraflar arasındaki ateşkesin şartlarını müzakeresiyle meşgul olduğu söyleniyor. Yani, Kaddafi'nin kalması gibi bir derdi yok. Tabii, Mısır ve Tunus'a göre zorluk, önce çok sayıda vatandaşımızın orada olması, sonra halkın bölünüp savaşa tutuşması, hepsine aynı yakınlıkta olduğumuz halklar arasında tavır alma sıkıntısı ve ülkenin bölünme riski.
Peki şu anda Türkiye hangi noktada? Ankara, BM kararının arkasında. Nihai amaç Kaddafi'nin gitmesi ise bunda sorun yok. Ama şov amaçlı dış politikadan rahatsız. Operasyonun, tek taraflı ve zayıf planlamayla yapılmasından kaygılı. Rasmussen'in NATO genel sekreterliği seçimi ve
füze kalkanı konusunda da ortaya çıkan "Biz karar verdik, siz katılın" muamelesine kızgın. Türk askerînin, bir
Müslüman ülkeye kurşun sıkması düşünülemez bile. Ama planlamaya gerektiği gibi dahil edilmesi halinde, savaş dışı konularda (insani
yardım, ambargonun denetimi, bir havaalanının güvenliğinin sağlanması, vb.) NATO dahil her türlü platformda desteğe hazır.
Bakalım, Batılı müttefikler Türkiye ile hareket ederek hem kendilerine hem bölgeye yardımcı olmayı mı, yoksa dışlayarak tam tersini mi
tercih edecek? İnancım o ki, iki durumda da kaybeden Türkiye olmayacak.